8 Aralık 2009 Salı

Dalgalar

Vapura biner binmez gözüme çarptı.
Olduğum yere çivilendim, arkamda bekleyen insanlar ters ters baktığından ilerlerdim.
Ve kendime uygun bir yer buldum.
Sabırsızlık içinde bir daha görmek istiyordum o güzelliği.
İnsanların arasından, onu bakmaya çalıştım.
Sonra farkında olmadan, istem dışı ayağı kalktım.
Kendime hayret ettim, ayaklarım nasıl bir oyun oynuyordu bana.
Yürümeye başladı ayaklarım, onun yüzünü görebileceğim bir yere kadar, ve pozisyonumu aldım.
Direkt olarak ona bakıyordu gözlerim.
Öyle bir güzellikdeydi ki, sanırım hiç bir şiir onu anlatamazdı.
Hiç bir sözcük betimleyemezdi böyle güzelliği.
Denizi seyrediyordu, göz kapakları sonuna kadar açılmış, meraklıydı, ve korkuyordu dalgalardan.
Dalgalar birbirinin üzerinden atlarken, gözleri kocaman açılmış onları izliyordu.
Ben sadece kendimden geçmiş ona bakıyordum.
Ve ona bakarken bütün hazları alıyordum, zaferi, coşkuyu, sarhoşluğu, yenilgiyi.
Kendi kendime 'Ne kadar güzel, ne kadar güzel' diyordum.
Onun hipnotize eden güzelliği, ne kadar çirkin olduğumu hatırlattı bana.
'Sen ise ne kadar çirkinsin' dedim kendi kendime.
Bir yandan ona bakarak kendime hakaretler, küfürler ediyordum.
Ala bildiğine karanlık, kara bir geceydi.
Fakat hiç bir gölge engelleyemezdi onu görmemi.
Şehirin ışığı dalgalara, dalgalardan gözlerine yansıyordu.
Gözlerinin için de minnacık bir parıltıydı, elmas gibi!
Cesaretimi toplayıp onun yanına oturmalıydım.
Kaşım gözüm benden bağımsız oynuyordu.
Bütün bedenim kaskatı kesilmişti.
Kirpiklerim birbirine çarparak gözlerimi acıtıyordu.
Ve sonra birden bire, 'Bayan, üşüyorum, kolunuza girebilir miyim?' dedim, kendi kendime küfür ettim sonra.
Bana döndürdü dalgalardan korkan iri gözlerini, gülümsedi.
'Olur' dedi minnacık sesiyle.
Elim ayağıma dolandı, ne yapıcağımı bilemedim, süratle yanına oturup koluna girdim.
Bu sefer iri gözleri gülümseyerek korkuyordu dalgalardan.
Bense heyecanlıydım, avuçlarım terliyordu, miğdem bulanmıştı, dalga sesleri başımı ağrıtıyordu, gözlerim sağa sola dönüyordu, bir deli gibi anlamsız anlamsız bakıyordum çevremdekilere.
Yüzüm domates gibi kırmızı olmuştu, kıyafetlerim bana dar geliyordu, koskoca vapur beni sıkıştırmaya çalışıyordu, nefesim hızlanmıştı.
Ve sonra nefesimi düzelttim o duymasın diye.
Fakat duymuştu nefesimin hızını, camdan bakarak kocaman gülümsedi ses çıkarmadan. Elimi tuttu.
İçimde karınca sürüleri gezdi o anda.
Yanağımı yanağına dayadım, ikimizde sıcacıktık.
Gözlerimiz iri bir şekilde, denizi seyrediyorduk, dalgalardan korkarak...

4 Aralık 2009 Cuma

Sis

Geceydi, işte gece dediğin böyle olur! dedirtebilecek kadar has bir geceydi.
Hava da sis vardı, ve bu sis arkasındakini göremediğimizden merak duyduğumuz için
bize çekici ve bir o kadar da kirli geliyordu.
Sis denizin üzerinde tek başına gezerken, denizin yanında ki bir lokanta da bir edebiyat toplantısı vardı.
Şairler rakılarını yudumluyordu, hoş ve neşeli bir sohbet tatlı bir motifti masalarda.
Bütün mekan bir anason tanrısının yarattığı kadar çekiciydi.
Her yer içmeyenler için leş gibi içenler için mis gibi anason kokuyordu.
Masalar da oturan şairlerin, bilim adamlarının, öğretmenlerin tavırları o kadar soğuktu ki sıcak olanlar üşüyordu.
Konuşmaları, kendine olan güvenlerinden yapılmış bir esans kokusuydu bütün mekanı kaplayan
ve soğukdu tene sıkıldığı zaman üşüten. Anason tanrısı gülümsedi şairlere, toplantının sunucusu ''Türkiyenin yaşayan en iyi şairlerinden birini davet ediyorum sahneye'' dedi.
Ve herkes bir sustu, rakılarını masaya bıraktılar, şairi dinlemeye koyuldular.
Şair sahnede, ''Arkadaşlar sessiz olurmusunuz ?'' Dedi ardından ''Aşk iki kişilikdir diye bir şiirimi okuyacağım'' dedi.
Ve yan masalardan bir gülüşme koptu, şair mikrofona doğruldu ve ''Aşkın iki kişilik olması size çok mu komik geldi?'' diye bir soru yöneltti, ve gülüşmenin geldiği yerde, anason kokusu hariç hiç bir varlık yok gibi geldi şairin gözüne, o bölgede ki sesler kesildi.
Şair; ''Lütfen masalara yapan servisleri durdururmusunuz? ve lütfen siz de biraz sessiz olur musunuz?'' dedi haklı ve geçmişden bu yana duyulan ismine dayanarak.
Ardından servisler durdu, insanlar bir baskı altın da sessizleştiler ve hiç biri ''Bu adam okuduğu şiirin güzelliği ile okuyuşun da ki ikna ediciliği ile bizi sustursun, sus diyerek değil!'' demedi.
Şair ilk şiirini okuyordu heyecanla, belki de göstermelik bir heyecanla.
Şiir bitti ve eller kızarana kadar alkışladı herkes. İkinci şiire geçiyorum dedi şair,bu esnada hikâyenin anlatıcısının gözüne, o sis'e rağmen, küçücük kayığı ile elinde tek bir el feneriyle ilerleyen bir kaptan gözüktü mekanın saydam camlarından.
Hikâyenin anlatıcısı ayağı kalktı, ayağı kalkınca fısıldamalar ve yuhalamalar oldu.
Anlatıcı daha yakından görmek için kayığı mekandan dışarı çıktı.
-Hikâyenin mekan içinde olan bütünlüğü bozuldu.
Anlatıcının gözüne, tek başına bir kayığı yöneten kaptan daha ilginç gözüktü.
Oturup park görevlileri ile kayığı seyir etti. Kaptanın elinde ki fener, sisin yardımı ile yok oldu.
Anlatıcı içeri girdi yeniden.
-Hikâyenin mekan içinde olan bütünlüğü devam ediyor
Kendi masasına doğru ilerlerken pis pis baktı herkes, sandalyesini geriye çekti, ardından oturdu ve rakısından bir yudum aldı.
Ardından toplantının sunucusu; ''Evet çok büyük bir isim dinledik, şimdi de organizasyonumuzun genç isimlerinden biri nâzım hikmetin şiirlerinden birini okuyacak'' dedi.
Sunucu tam ''Genç'' derken, herkes mezelerinden birer parça attı ağızlarına.
Genç, ürkek bir ceylan gibi adımlar atarak sahneye çıktı, mikrofonu eline aldı, herkese bir baktı ve yutkundu ardından.
''Bu güzel gecede hiç nâzım hikmet şiiri okunmadığından, ben de nâzım hikmet şiiri okuyacağaım'' dedi genç, ve yeniden yutkundu.
Nâzım hikmet duyulunca ortam da, bir fısıltı oldu ardından hoş bir gülümseme ikinci bir motif oldu masalara.
Genç ''İzin verirseniz'' dedi, ardından fısıltılar kesildi.
Okumaya başladı genç, her cümleyi tek tek heceleyerek, o kadar kötü okuyordu ki şairlere göre, herkes farklı jestlerle belli ettiler bu durumu.
''Olur mu canım ben daha güzel okurum!'' İfadesi ile pis pis sırıttı bütün şairler. Genç şiirini okuyordu he ce le ye, he ce le ye, o kadar kötü geliyordu ki bu durum insanlara, herkes konuşmaya başladı yanında ki ile.
Genç hiç kimseye aldırmayıp sesini daha yükselterek şiirini okuyordu, bu sefer insanlar daha çok yükseltiyordu sesini!
Daha da yükseltti sesini genç, o kadar inanıyordu ki okuduğu şiire, gözü ezberinde ki harflerden başka birşey görmüyordu.
Harfler akıp gidiyordu gözlerinin önünden, bir yandan iğrenç bir gürültü, bir yandan da mekanda uçuşan harfler vardı.
Genç şiirini bitirdi, nezâketen ufak bir alkış aldı ardından yerine oturdu, gözlerinde hala o inancın ışığı yanıyordu.
Ardından rakılar yudumlandı, oyun havası çaldı müzisyenler, herkes çıkıp dans etti, ama genç oturuyordu yerinde, gözlerinde hala o inancın ışığı yanıyordu.

24 Kasım 2009 Salı

Patron


Yürüyordum etrafıma bakarak, koridorların sıvası açılmıştı, kenar köşeler de birikmiş pislikler insanların iziydi.
Heyecanla tahta kapıyı açtım, iki kız birbiriyle konuşuyordu, kapının açılma sesiyle bana baktılar direkt, çivilendim olduğum yere.
''Üff, nazlı hemen geliyorum'' dedi kadınlardan biri, ''Gel bakalım ufaklık'' dedi, takip ettim onu, kapıyı açtı ''E hadi içeri girsene'' dedi, önce duraksadım sonra içeri girdim.
''Soyunsana ne bekliyorsun'' diyerek üstünü çıkardı, ''Tamam abla'' dedim, kilodunu çıkararak ''Ablanı mı sikeceksin sen?'', gülümsedim sadece.
Soyunmuştum ve çok çıplak hissediyordum kendimi, günümü geçirdiğim kıyafetler yerde boşalmamı bekliyordu, ''Ufaklık gördündüğün kadar ufaklık değilmişsin'' diyerek beni kolumdan tutup yatağa çekti.
Yorganla örttü üstümü, sonra solun da ki müzik setinin 'Play' tuşuna bastı, müzik önce yavaşdı, galiba herkese aynı senfoniyi dinletiyordu, kadın işini biliyordu!
Üzerimden yorganı çekti ve üzerime çıktı. Ben günün yorgunluğunu yorgunlukla atıyordum, o para kazanıyordu, ''MÜZİĞİN RİTMİNE UY'' diye bağırdı birden.
Şaşırdım önce, sonra müziğin ritmiyle devam ettik...
Derdi para değilmiş gibi, zevk almaya bakıyordu o da, müzik hızlandı giderek ben de hızlandım müzikle, müzik yavaşladı ben de yavaşladım, ''Hiç böyle denememiştim'' dedim, gülümsedi sadece, sol koluyla müziğin sesini açtı.
Müziğin ritmini kaçırdığım da direkt anlıyordu, ''MÜZİĞİN RİTMİNE UY'' diye bağırıyordu bana, ben de her seferinde kendimi toparlayıp müziğe bırakıyordum kendimi.
Bir yanda da aklımdan geçiriyordum, 'parayı veren patron benim, ama o bana patronluk yapıyor, yoksa müzik mi bana patronluk yapıyor?' düşünceleriyle tam boşalacakken boşalamıyordum, birden müzik hızlandı kadın sol koluyla sonuna kadar açtı sesi,
Ben müziğin ritminde de hızlıydım, ''Seni seviyorum'', ''Seni seviyorum'' diyerek saçları dalgalanıyordu, iyice şaşırdım, bir fahişe den bu sözleri beklemiyordum doğrusu, beni çok tahrik etti ve boşaldım, müziği kıstı üzerime yattı.
Ne yapıcağımı bilemediğimden kıpırdamadım, bana sarıldı gözlerini kapattı ve dondu kaldı öyle, ben de ona sarıldım yorganla kapattım üstümüzü, kendime yakıştaramasam da bir fahişeyle uyuyordum?
onunla uyumak dan rahatsız da olmuyorum, hatta hoşuma bile gidiyor denebilir, ama neden kendime yakıştıramıyorum? derken sızdım bende, üst üste uyuyorduk, çırılçıplak.
terlerimiz birbirine karıştı, mükemmel bir karışım oldu, saçları beni boğuyordu ama müsâde ediyordum, çünkü hoşuma gidiyordu, nefesi boynumu yakıyordu!
Bir fahişeden etkilenmek üzereydim, ama kendime yakıştıramadım... Çok düşündüm ve neden kendime yakıştıramadığımı da bulamadım.
Aradan zaman geçti uyurken, ve üzerimde bir soğukluk hissedip uyandım, hala üzerimde uyuyordu mışıl mışıl, ama çok eskisi kadar sıcak değildi.
Gerçekten eve gitmem gerekiyordu usulca ittim üzerimden, sırt üstü yatağa uzandı, önce kıyamadım sonra öperek uyandırmaya çalıştım, her öpüşüm de dudağımı buz'a dayıyordum adeta, uyanmıyordu bi türlü!
Sonra korkup nabzını yokladım, nabzı atmıyordu, parmağımla göz kapağını kaldırdım gözü kıpırdamadan öylece duruyordu hemen korkuyla kendimi yataktan yere attım, TIK TIK ''SEDA İÇERDEMİSİN?''...

3 Nisan 2009 Cuma

Baldar


Koca dağın tepesinde baldar, kör olduğu için tanrılara lanetler, küfürler yağdırıyordu.
Üzerine okyanus boşalırmışcasına yağan yağmura ve deli gibi çakan şimşeklere aldırmadan ''NE OLACAĞI VARSA OLSUN KAHPE TANRILAR YAKIN KÖMÜR EDİN BENİ!''
diye haykırıyordu. İri boğazından çıkan gür sesi karşıda ki dağ'a çarpıp geri dönüyordu.Kasırganın uğultusu o kadar güçlüydü ki kulakları sağır ediyordu, ağaçları köklerinden söküp sürüklüyordu.
Baldar kuvvetli bacaklarıyla toprağa sımsıkı sarıldı ama tanrıların önünde eğilmedi. ''SİZE SESLENİYORUM EY ALÇAK TANRILAR BOYUN EYMEM SİZE DUALARIMI KABUL ETMEDİNİZ GÖZLERİMİ AÇMADINIZ BENDE SİZİN KULLARINIZ ALIRIM!''
diyerek, toprağa delice bir güçle sapladığı baltasını, aynı güçle yerinden söküp köye doğru yola koyuldu. En az bir ayı kadar iri olan kolları, bacakları şimşeğin ışığı ile parlıyordu.
Gözleri göremesede, bir kaplan kadar narin kulakları vardı.Örülmüş gür saçlarını ve sakallarını rüzgâr sağına savuruyordu.
Köye naralar atarak girdi, kadınlar çığlıklar içinde kaçtılar, erkekler silahlarına sarıldı ama ne fayda!
Duyduğu her sese doğru var gücüyle baltasını savuruyordu, baltası kalkanları,zırhları ikiye ayırıyordu. Balta bir insana geldiğinde hali kopan kalkanlarla aynı oluyordu.
Uzun bir süre böyle dövüştükten sonra, çığlıkların yerini inlemeler aldı.Daha sonra inlemelerde kesildi.
Gecenin soğuğu yerini bütün vücudunu boyayan sıcak kana devretmişti. Evin birinden acıyla dolu bir gülme sesi geliyordu, baldar kafasını hemen sesin geldiği yöne çevirdi.
Yavaş yavaş eve doğru yürüdü, ve aniden baltayla kapıyı yarıp içeri girdi gülme sesinin geldiği yere baltasını savurdu, gülme sesi kesildi ve kırılan tahtaların sesini duydu.
Kocaman adam olduğu yere yığıldı, kırılan tahtanın sesi ve gülme sesi birbirini tekrar etti. Baldarın öyle başı ağrıyordu ki beyni yerinden çıkacak gibiydi, o acı gülme sesi sonsuza dek kulaklarından eksilmedi.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Dev Surlar


Pulastraj mavi gözlü bir devdi, minnacık bir kadını sevdi, demeyeceğim.
Ama Pulastraj harbiden devdi üç yaşındaydı henüz. Kalbi güm güm yeni aşklar peşinde, en azından aşk sandığı şeyin peşinde.
Cücelerin kölesiydi bu iri çocuk. Dört arkadaşıyla birlikte, çalıştırırdı cüceler sabahdan akşama. Surlar yaptırırlardı, fakat güzel olmayınca söverdi cüceler. Cüceler kötüydü.
Bakın Pulastraj kendisine göre kibrit kutusu kadar büyüklüğünde, ama cüceler için bir ev büyüklüğündeki taşları üst üste koyup surlar yapıyor.
Şu yanında ona hiç pas vermeyen kız cüce varya, işte o Yurğah. Durun biraz geri saralım zamanı. Pulastraj sabah yine işe koyulmak için yol alıyordu, yanında annesiyle.
El ele tutuşmuş cüce sevgililer gördü Pulastraj, '' Bunlar ne yapıyo yahu ? '' Dedi annesine. Dev dilinde aşk yoktu, sevmek vardı sadece. '' Sevmek yapıyorlar küçük dev '' diye karşılık verdi annesi.
Gözleri büyüdü Pulastraj'ın, içinden, bende Yurğahla sevmek yapsam nasıl olur acaba dedi, tebessüm etti. Surların önüne işe koyulmaya gelmişlerdi, Pulastraj Yurğahın elini tuttu hemen, Yurğah yüzünü buruşturdu elini çekti.
Pulastraj'ın yüzü soldu, tebessümü dondu. Kendini işine verdi, hiç durmadan surlar yapıyordu sinirli bakışlarla.
Gece oldu bütün devler uyumaya gitti ama Pulastraj durmadı, duramadı devam etti büyüük surlar yapmaya. Yurğah gizlice onu izliyordu uzaktan. Komutan Cüce Pulastraj'ın yanına geldi '' Yavaaaş, O ne biçim taşları üst üste koymak ? Surları yıkacaksın '' Dedi, Pulastraj sinirli gözlerle komutana baktı, cüce gözlerini kaçırdı.
Devler toplama kamplarında ki yahudiler gibiydi, güçlüydüler fakat korkuyorlardı. Çok geçmeden komutan yanından ayrıldı Pulastrajun.
Yurğah mahçup olmuş bir şekilde yanına geldi bizim delikanlının. Pulastraj bir yandan işine devam etti, bir yandan göz ucuyla Yurğahı kesiyordu.
Döndü ve aniden '' Seni seviyorum '' Dedi Yurğah'a. Fakat devin sesi yüksekti bütün şehir duydu, cücelerin kahkaları yankılandı, Pulastrajın yanakları kızardı, Yurğah gözlerini kaçırdı.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Yakrak


Yakrak oturmaktan yorulan ayaklarını açmak için ayağı kalktı, bir o yana, bir bu yana volta atıyordu düşünerek.
O Osmanlı korkusuyla büyütülen bir çocuktu, Osmanlı sınırlarının içindeki beyliğin tek varisiydi.
Yine ölüm korkusu sarmıştı Yakrakı, Osmanlıyı alt etmek için bir şeyler düşünüyordu.
Her zaman ki gibi aklına bir şey gelmedi, ve ağır ağır yatağına girdi.

Kafasını yastığa koydu ve '' Acaba Osmanlıları din yoluyla mı alt etsem '' dedi, Osmanlıların dinini düşündü,
sonra peygamberi düşündü, ''Nasıl peygamber olunur yaa'' dedi içinden gülerek.
Saçlarıyla oynayarak sandalyeye baktı uzun uzun, sonra yorganı üstünden attı ve ayağı kalktı.

Yine bir o yana, bir bu yana volta attı Yakrak. '' BULDUUUM '' Diye bağırdı, muhafız tedirgin bir şekilde kapıyı açtı
'' Bişeymi oldu lordum '' dedi. '' Sen benimle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun ? '' diye karşılık verdi.
Aradan yıllar geçti ve Yakrak planını tasarladı, fakat Osmanlı sınırlarının içindeki bu küçük Beylikten rahatsız oluyordu.
Ve babası hiç bir çaba göstermiyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra babasına bu planı anlattı, ''Sen bizim halkımızı öldürtücekmisin!''
diye karşılık verdi babası, belinden çıkardığı hızla hançeri babasına sapladı. Muhafızlar kapıda olduğu için kimse göremedi.
Yakrak kapıyı açtı babasının en sadık hizmetârı, o hınçla kılıcını Yakrak’a çekti, diğer muhafız artık kral Yakrak olduğu için, yalakalık niyetine kılıç çekeni arkadan vurdu.
Halk bu duruma alışamadı. Yakraka mektuplar gelmeye başladı çeşitli beyliklerden, '' Umarım yeniden eskisi gibi ittifak halinde oluruz '' tarzında yalakalık kokan mektuplardı.
Haliyle Yakrakın götü kalktı. Aklında ki planı canlandı birden gözünün önünde, gülümsedi. Halktan gizli çeşitli odalar yaptırdı şehrin uzaklarında, kapısı olmayan sadece üstten gizli girişi olan odalar.
Duvarları cennet beyazı, yatakları kuş tüyünden, mumları ürkütücü, hayranlık uyandıran odalar.
Ardından bir ferman yaydı halka, ''Ben peygamberim'' dedi. Halk Yakrak’ı yuhaladı. küçük çaplı isyanlar çıktı fakat bastırıldı.
Halkın sözcüsü, haklarını savunan, yeri geldiğinde kendini siper eden ünlü şair Yakrakı ziyaret etti.
''Lordum, bana peygamber olduğunuzu kanıtlayın ben de halkı inandırayım'' dedi, '' Yere uzan ve uyu görüceksin '' dedi.
şair ilk başta uyuyormuş gibi yaptı mevzuyu anlamak için. '' GERÇEKTEN UYU '' Dedi Yakrak.
ozan zar zor uyudu, arkada ki adamlarını çağırdı sessizce, adamlar uyku tozunu şiirbazın burnunun önüne serpiştirdi.
sonra Yakrak şair'i dürttü şairden ses gelmeyince, ''Tamam'' dedi. İki kişi ayaklarından ve kollarından tutarak şehrin uzağında ki odalara götürdüler.
gizli geçitten odaya ozanı bıraktılar ve çıktılar. Sözde huriler şair'i öperek uyandırdı, hurileri eliyle iteledi.
Odada bir kapı aradı, bulamadı. Odaya hiç bir giriş çıkış göremeyince inandı şair. Hurilere '' Cennet sadece bu kadarmı? '' Dedi, ''Bu sadece tanrının sana ayırdığı bölüm '' diye karşılık verdi huriler.
Şiirbaz kendisine sunulan, meyveleri, sebzeleri, hurileri yedi. Hem karnı doydu hemde cinsel anlamda doydu.
Ama henüz hurilere doyamamışken, meyvedeki ilaçla sızıp kaldı. İçerideki orospular '' Tamamdır '' Diye komut verdi dışarıdaki adamlara.
Uşaklar ozanı kucaklayıp, Yakrakın karşısına yatırdılar. Bir süre sonra uyandı ve Yakrakın ayaklarına kapandı, '' Efendim, Efendim '' diyerek.
Yakrak, '' Şimdi git peygamber olduğumu halka söyle '' dedi. Halkın ozana inancı tamdı, ne anlatsa inanırdı, ve yine inandı hayretler içinde.
Halktan inanmayan bir kaç kişi daha cenneti görmek istedi, Yakrak yine aynı işlemleri yaptı. Cahil halk bir süre sonra Yakrakı peygamber olarak tanıdı.

Kısa süre sonra, Osmanlı rahat durmadı. Ve bir ordu yolladı, Osmanlı ordusunun Generali Yakrak’a '' Osmanlı karşısında duramazsınız, bu topraklardan çıkın '' dedi.
Yakrak yanına bir asker çağırdı '' Bana kalbini ver oğlum '' dedi, General önce durdu baktı, Asker hançeri kalbine sapladı Generalin ürkmüş bakışlarının altında.
Bir tane daha asker çağırdı, Bir tane daha, Dahada çağırdı. Etraf kan gölü oldu. General koşar adımlarla ordusuna gitti.
Olanları gören Osmanlı askerleri donuk bakışlarıyla Generalin ağzından '' Yurda dönüyoruz '' lafını bekledi ama Komutan '' SALDIRIN '' Diye bağırdı.

Psikolojik savaşı Yakrakın ordusu kazanmıştı. Ve Yakrakta '' SALDIRIIIN SİZE CENNET VAAT EDİYORUM '' Dedi, Ordu deliler gibi çığlıklar atarak ölmek için Osmanlı ordusunun üzerine koştu, Osmanlı ordusu inanılmaz tedirgin oldu, çoğu kaçtı, kalanlarda yüzlerce kılıç darbesiyle
Delik deşik oldu. Generalde kaçanların arasındaydı.

-Kaba kuvvetten medet umanlara-

22 Ocak 2009 Perşembe

Muthaç - II


Demir kapı gıcırdadı ve salih evine girdi.
Onda diğer insanlarda olmayan bir yetenek vardı, ne rüya görmek istediğini kendisi seçiyordu.
Salih bir şeyler atıştırdıktan sonra, doğru yatağına gitti, ışıkları kapattı ve en sevdiği rüyayı görmek için kafasını yastığa koydu.
Yaklaşık beş yüz kere, '' seri katilim '', '' seri katilim '' diye sayıklayarak uykuya daldı.


Rüyasında, sanatın kalbi, hümanizm'in doğduğu yer, italyadaydı.
Yanında, siyah saçlı siyah sakallı, yüzü küçük, içeriye gömük, usta bir kâtil ile hafif tombul, sarı saçlı ve saçları süpürge gibi kafasından fışkıran bir piyanist ve aynı zamanda kâtil vardı.
Yıl başı günü, üçüde sadece birilerini öldürmek için gerekçe arıyordu.
Piyanist, ağzından dumanlar çıkarak, '' Bakın şunu öldürelim, boyu çok uzun '' dedi, fakat diğerleri onaylamadı.
Ufak evlerin, girilebilir camlarına bakarak yürüyorlardı, bir evde isânın indiği çam ağacının olmadığını fark ettiler,
Hepsi birbirne baktı ve soğuk bir yüz ifadesiyle camı kırdı piyanist, fakat salih içeriye girmedi, o öldürmekten değil izlemekten zevk alıyordu.
gayet normal bir şekilde, içerideki ''Dinsizin'' boynunu kesip yavaşça yere bıraktılar.
tam evden çıkacaklarken, evin solundaki pencere açıldı ve içeriden neşeli bir kız çıktı elinde sigarası ile salihi görmezden
gelerek, '' Ahh komşu, bişeyler çalsana '' dedi, önce durumu anlamadılar, salih kâtil dostlarının içeride olduğu camdan kafasını uzattı,
duvara dayanmış bir piyano gördü, anlaşılan öldürdükleride piyanistdi, göz ucuyla piyanoyu işaret etti piyaniste, siyah ve parlak bir piyanoydu.
Piyanist başladı öldürmekten aldığı hazın şiirini çalmaya, camdaki kız daldı bir boşluğa, Salih, '' İstersen bizde şarkı söyleyerek eşlik edelim '' dedi, kız aniden kafasını döndü salihe, üç saniye yüzüne baktı salihin, '' Tamam, olur '' dedi.
Bir şarkı tutturdular, şarkı hiç bir dilde değildi, ikiside aynı şarkıyı, aynı ezgide söylüyorlardı..
Salihin, kıza karşı sıcak bir duygusu vardı, fakat bilinen hiç bir duygu değildi bu.
Ne aşk, ne dostluk, ne de sevgi, ama kalp atışları üç yüz beygir gücündeydi salihin.
Daha fazla dayanamadı ve atladı kızın dudağına, kız önce sersemledi sonra oda bıraktı kendini salihe.
Salih aceleyle evin camından içeri girdi, camı kapatıp, usulca kızın üstündeki geceliği çıkardı.
Memelerini avuçladı kızın, dudaklarını sırıl sıklam etti, yer yüzünde hiç bir canlıdan ve tanrıda olmayan bir şehvet ile sevişiyorlardı.

Salih, arabaların gürültüsüne uyandı, yeniden uyumaya çalıştı ve başardı.

Yine aynı yerdeydi fakat bu kez rüyada olduğunun farkındaydı, acı sesle, '' SEN RÜYASIIIN '' diye bağırdı, kız sadece gülümsedi.

ardından yeniden uyandı salih, '' YETEEEEERR '' diye haykırdı, yeter..

dört döndü uyumaya çalıştı, fakat hiç bir rüyasında aynı kızı göremiyordu.
Bir rüyasında kendini trenin karşısında buldu, hiç kaçmaya çalışmadı trenden, ışık gittikçe büyüdü, büyüdü, en sonunda heryer bembeyaz oldu.
Salih komşuları tarafından, karşı duvara yapışmış kanlar içinde, '' Yaşıyorum '' , '' Yaşıyorum '' diye sayıklarken bulundu ve ardından sesi kesildi...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Muhtaç - I


DIN DIN DIN ! DIN DIN DIN ! Ananınnn ! saati duvara fırlattım, yine ananın, off ! kırk dokuzuncu kırdığım saatti bu.
İşin gücün yoksa şimdi kalk güzelim yataktan saat almaya git. SOKARIM ŞİMDİ SAATE ! çektim yorganı üstüme ohhhh...
Sıcacıkk. bir saat uyuduktan sonra gözlerimi yarıladım, nooluyo lan, dışarda hiç bir araba gürültüsü, insan vızıltısı yok.
Kalktım camı açmaya çalıştım, kodumun camı açılmıyoki , çek babam çek, çek babam çek, Pat etti yüzüme çarptı kafamda on beşinci şişlik kabardı,
Başımı tutarak camdan dışarı baktım. Arabalar olduğu yerde duruyor, ellerinde çantaları ile işe koşuşturan insan sürüsü yok.
'' Lan yoksa hala uyuyor muyum? '' göz kapağımı parmağımla kaldırdım,'' yoo uyanığım ama niye dışarıda kimse yok ?
Sokağa çıkma yasağımı var yoksa, tövbe tövbee ''. pantolonumun içine girdim, bacağımda pantolona. Yeşil tişörtümü giydim üstüme, ''hey yavrum bee''.
Gogol’un paltosu lakabını taktığım paltomu giydim, biliyorum mizahım kötü ama olsun bununla idare edin işte. Kapıyı açtım.


İşte dışardayım !
'' Yav niye kimse yok ? '', bizim bakkala doğru ilerledim, kepengler kapalı. Hayalet şehir sanki, tek ses rüzgarın ağacı hışırdatışı.
'' KİMSE VARMII ? '' Diye bağırdım, uzaktan biri daha bağırdı '' Kimse varmı '' diye, yok lan bu benim yankımmış. Önüme gelen apartmana daldım, her kapıyı çaldım. AÇAN YOK !
Ya herkes seyehatemi çıktı ? ama arabalar yerlerinde. Sersem bir şekilde ilerledikten sonra karşı kaldırımda, sözde '' Süper '' market, sağıma soluma bakmadan bir adım attım, ama emin olmak için soluma baktım. Ben hep soluma bakarım
eski bir alışkanlıktır, sağıma hiç bakmam. yolun ortasına geçtim, araba geçmiyor, uzandım asfalta, güneş sıcacık etmiş. Garip bir duygu tabi, her gün arabaların altında kalma korkusuyla koşa koşa karşıya geçtiğin kaldırımda şimdi uzanıyorsun.
Ee hayat bu ne olacağı hiç belli olmaz, ne demişler '' Damlaya damlaya göl olur '' yok yerinde olmadı bu. asfaltın ortasında beş dakika istirahat ettikten sonra karşıdaki süper markete daldım, nasılmı ? cama kafa atmadım, öyle diyicem sandınız demi ? Salakmıyım o kadar.
Tabikide cama yumruk attım. içeri girdiğimde tuvalet kağıtlarının altın dişi parladı, hemen alıp kanayan elime sardım.
Oyyyy ! Alabildiğine abur cubur, alabildiğine yemek ! Aldım reçel kavanozunu daldırdım parmağımı, tatlımı tatlıı ! Elimdeki kanlarıda reçel sanıp dilimle sıyırdım.
Heytt be ! Ne adammışım, hayat beni ne hallere getirdi, vampir bile oldum. Markette elime ne geçerse yedim. Yemek o kadar boldu ki aklımı kaçırdım artık. Et bölümüne girdim, pastırmanın arasına çükümü koydum. Hahaha huylandım lan.
Marketten çıktım, boş boş gezindim öyle, fazla dik olmayan bir yokuş, yattım tepesine bıraktım kendimi yuvarlandım, yuvarlandım, sonra çıkıp yeniden yuvarlandım. Aldığım zevk bitmek bilmedi, bizi yıllardır kandırmışlar kendi etiketledikleri şeyleri zevk diye.
Yokuşun bittiği yerin solunda av tüfeği satan bir yer, aldım içeriden bir tüfek.
Ben öyle sizin gibi hayvan avlamayı sevmem, ne zevk alıyorsunuz hayvanları avlamaktan ? ahh keşke hayvanlarda tüfek tutabilip sizi avlasaydı, bu seferde idam ederdiniz onları. Yok yok bence onlar insan, siz hayvansınız. Elimde tüfekle olmayan hayvanları avladım, yani sizleri.
Soyguncuymuş gibi ağzımda peçeteyle, dükkanlara girdim '' Ya paranı, ya canını '' diyerek vurdum olmayan hayvanları. Kendi çapımda soygunculuk oynuyordum. Buz dolabında ki soğuk biralar '' GEL BENİ İÇ '', '' GEL BENİ İÇ '' diye bağırıyorlardı bana, geldim onları içtim.
On dakikaya kalmadan beynim zonkladı. Ne yapayım bünyem zayıf. Allahtan çok kaçırmadım, doktorda yok alkol komasına girersem, üstünde '' SATILMAZ '' Yazan kömürleri iğne yapıp basardım kendime valla.
Bir elimde bira, diğer elimde tüfekle, kovboy gibi gezindim ortalıklarda zevkliydi de, canım sıkılınca evlerin camlarını indiriyordum. Camlardan çıkıp '' Oğlum ne yapıyorsun daha yeni taktırdık camı ,top oynamayın mahallede '' diyen teyzelerin sesleri geldi kulağıma, cam kırılmasının seslerini duyunca.
Bir dergide okumuştum, insan çok uzun süre sessiz kalınca gaipten sesler duyarmış. Bende ses olsun diye elektronik aletler satan bir mağazadan teyp aldım, içine rasgele bir kaset taktım.
Bu seferde hip-hopcu olmuştum. Omzumda teyp, sağ elimde tüfekle geziyordum. Fakat bir şey eksikti, hiç insan yoktu. Bir insan yüzü görebilmek için yanıp tutuşuyordum.
Çıkardım paltomun iç cebime stokladığım biralardan birini. Açtım bir yudum aldım, ohh serinledim, tam bir yudum daha alacakken, yakamda banka güvenliğinin elleriyle uyandım.
'' Siktir git lan. Başka yerde uyu '', Oooohh insannn !! sarıldım banka güvenliğine, bana bakıp gülümsedi '' İşten sonra buraya gelsene '', adama bir yumruk atıp yere serdim '' Orospu çocuğu ! Gey değilim. Bari bıraksaydın da birayı bitirseydim ''...