21 Aralık 2008 Pazar

Görünmezler


Ben Alp, 38 yaşında bir evim var. Benle yaşıt anlayacağınız. Geçenlerde aldım rakımı, geçtim abanın altına, kurdum soframı, rakımdan iki yudum alamadan bir şimşek çaktı gökte, durdum, bir gökyüzüne baktım, sonra doğruldum rakıma doğru.Düşen yağmur damlaları da bana müzik çalıyor,pıt..pıt..pıt. Sanki bana mesaj vermeye çalışan ritimler.
Ne olduysa o gece oldu, işte rakı bitti bir şişe daha rakı almaya doğru yola koyuldum.Biraz ilerledikçe yerde yatan birini gördüm. Sanki yaklaştıkça daha da belirginleşti bu beden, belirginleşti, belirginleştii, sonra baktım ki bu havada yerde yatan bir adam.

Dedim, “herhalde evsizin biri” yoluma devam ettim. Biraz ilerledikten sonra durdum, yapacağım iş değil hani. Döndüm arkamı adamın yanına gittim.

“Bi şeyin yok ya birader” demeye kalmadan dönüp kolumu tuttu,
''Ben görünmez miyim'' dedi. Herhalde aklını sıyırmış ''Yoo.. hayır'' dedim.
Kolumu bırakarak,

'' O zaman beni neden kimse görmüyo ''

Yavaşça ayağa doğruldu, kambur bir vaziyette karşımda duruyordu.Ayakkabılarının sol eşinin önü yırtılmış bir parmağı net bir şekilde gözüküyordu. Üstünde de yırtık pırtık bir takım elbise.
Bu kalkınca ben korktum tabi geri çekildim. Bu bana yalancık dan sırıttı ve arkasını dönerek ilerlemeye başladı, sonra koştu. Gittikçe karanlıkta yok oluyordu. Koşar adımlarla eve gittim, anahtarları cebimden çıkardığım gibi kilide soktum, hemeniçeri girip kapıyı kilitledim, yatağa uzandım.
Tavana bakarak kulağımda hala “Ben görünmez miyim, ben görünmez miyim” sesleri yankılanıyordu. Kapının kilitli olduğuna emin olmak için kalktım ve cama birisi tıklıyordu. Dondum kaldım. Sanki göğsümden ayaklarıma kadar bir şey indi. Benzim attı, kafamı yavaşça cama çevirdim. Camda kimseyi göremedim. Ah, keşke görseydim bu sefer.Daha da meraklanıp kapının kilidini usulca açtım. Kapıyı açar açmaz adam kapıyı itti, içeri girdi,

“Hemen kilitle beni takip ediyorlar” dedi.

Ne olduğunu anlamadan kapıyı kilitledim. Kaşlarım çatık bir şekilde adama döndüm,

''Kim takip ediyor ?'' dedim.
”Görünmezler, yani arkadaşlarım. Onların güzel ayakkabılarını çaldığım için beni öldürecekler” dedi.




Ayaklarına baktım, hala eski ayakkabıları.. Güzel ayakkabılar… Ne olduğunu anlamadan oturma odasına girdi. Pencerenin kenarındaki gitarıma baktı. Uzuun, uzun baktı gitara, sonra koltuğa oturdu, başını iki elinin arasına aldı, sonra kafasını kaldırarak bana baktı. Gözleri dolmuştu. Ucuz gitarımı aldı, iki tel tıngırdattı, sanki akort yaparmış gibi. Hiç sesimi çıkarmadan adamı dinliyordum.
Sonra başladı bir melodi tutturmaya. Ritimde yok, melodide. Kulağa da hoş geliyor hani. O çaldı, ben dinledim, o çaldı ben dinledim.Derkeeeen adam titremeye başladı. Hemen ayağa kalktım, yanına gittim. Adam sara krizi geçiriyor, elleri sımsıkı kenetli. Ellerini açtım, gittim soğan koklattım. Sanki Dünya ya yeniden gelmiş gibi yüzüme baktı anlamsızca.

Buna “aç mısın?” diye sordum.
Hiç bir yanıt vermedi. Bir süre sonra nezaketen “yoo.. hayır aç değilim” dedi ama açlıktan kokan nefesini evin önünden geçen biri bile fark edebilirdi. Buna güzel bir melemen yaptım. Bekar yaşıyorum, elim alışık tabi. Bu gayet kibarca ekmeği melemenebandırdı. Sanki her gün yediğim yemek nede olsa der gibi, ama lokmayı her yiyişinde yüzünün ifadesi değişiyor, nerdeyse şekilden, şekle giriyordu.

Bana,

“Çok sağ ol Alp” dedi, dondum kaldım. Adımı nerden biliyordu? Ama hiç bozuntuyavermezcesine “önemli değil” dedim, bir yandan kafamı kaşıyarak. Sonra ayağa kalktı. Arkasını dönüp kamburundan utanırcasına, kamburuna bakmaya çalıştı. Sonra benim önümde iyi görünebilmek için dik durmaya çalıştı. Ne kadar denese de olmuyordu ve çok belli oluyordu zorlandığı.

Yemek için “çok sağ ol Alp” dedi, yine dondum kaldım.

Bu sefer,

“Adımı nerden biliyorsun?” dedim.

Sadece sırıttı, hiç ses çıkarmadan kapıya doğru gitti, kapıyı açtı, kapıyı kapatırken rüzgarında yardımıyla kapı “Şıranggg”
..! etti. Evin açık penceresinden esen rüzgarmasanın üstündeki kitapların sayfaların kapağını açııp kapatıyordu. Kalktım camı kapattım hemen uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattığım gibi uyudum. Uyandığımda sehpanın üzerinde adamın yediği yemek ve hemen yanı başında gitar duruyordu.

Hava günlük güneşlik dışarıdaki yağmur birikintilerinden yansıyan ışık insanın gözünü alıyordu. Bir sürü anlam veremediğim ses kulağımı tırmalıyordu. O ıssız arazide ağaçların birbirlerine çarpıp muhabbet etmesi, hafif esen rüzgarın toprağı savurup muhabbete katılma çabası. Bir gerindim hiçbir şey yokmuşçasına.

Sonra, bizim eve babam beni ziyarete gelecekti bu gün. Babamı bekledim, babam geldi.

“Nasılsın oğlum”

“İyiyim baba”



“Bakalım hala tavlada kötü müsün?” dedi tebessüm ederek. Ben gayet ciddi bir şekilde tavlayı getirdim masanın üstüne koydum.

“Şırangg” diye açtım, pullar birbirlerine vurarak şıkırdadılar. Pulları dizdik sonra, başladık oyuna. Sonra telefonumu çaldı.
”Kusura bakma baba” diyerek masadan ayrıldım, içeri gittim. Telefonu çıkardım “kim arıyor” diye koskocaman “BABAM” yazıyor.
Dedim,

“Allah, Allah. Bu yaştan sonra adam benimi işletecek?”

“Evladım ben bu gün gelemiyorum kusura bakma. Bizim eski evin oradaki çok sevdiğin o Kadir amca vardı ya o rahatsızlanmış, onu ziyarete gideceğim istersen sende gel, dedi.

Hiçbir şey anlamadım, içerden de ses gelmiyordu. Kafamı salondan içeri uzattım, babam hala masanın başında bana bakıyor ama telefondaki babam hala konuşuyor. Hiçbir şey anlamadım. İçimde soğuk bir şey ayaklarıma kadar indi, gözlerim doldu, telefonu elimden düşürdüm, kekeledim “ba..ba.babaaaaaa “ diye bağırarak sonra bir çırpıda onu kenara iterek kapıyı açıp dışarı fırladım. Koştummm, koştum, koştuum hiç arkama bakmadan.

Biraz ilerledikten sonra bakkal meydanın orda insanlar vardı. Birinin etrafına toplanmışlar, o kadar kalabalıktı ki ne olduğunu anlamdan insanları itiştirerek aradan kafamı uzattım.Yerde yatan o adam, geçen geceki güzel ayakkabıları olan adamdı. Evime bir daha giremezdim, arkadaşımda kalacaktım. Arkadaşım Sinan’ın evine gittim soluk soluğa. Sinan ne olduğunu sordu,

“Sonra anlatırım bir bardak suyun var mı Sinan” dedim.
”Gel içeri, gel”

Bir bardak su koydu bana. Yanmışçasına bardağı diktim, sonra Sinan’a uzattım. Bir bardak daha koydu. Suyu içince rahatladım. Bardağı masanın üstüne koyarak salona geçtik. Sinan’a olup bitenleri heyecanlı bir şekilde anlattım.Sinan kahkahalara boğuldu.

“Kimi yiyosun lan sen, inanır mıyım sanıyosun gerizekalı” dedi gülerek.

“Lan Alp hala makara kikiriylemi uğraşıyosun” dedi.

“İnanmayacağını zaten biliyordum” dedim.

Sonra dışarı çıktık, Sinan’ın sevgilisi Seda ile bir kaffeye oturduk. Çay içtik öyle havadan sudan boş, boş muhabbetler ettik. Yine siyasete girdik, Sinan yine bağırdı, gece olmuştu. Sinan’ın evine geçtik, bana battaniye ile yastık verdi. Geçtim salona, çektim battaniyeyi üstüme “ohh” güvendeyim üstümde kalın battaniye. Adeta kendimi bir kalede hissediyorum, uykuya daldım.
Rüyamda evimin kapısı açık, kapının önünden anlam veremediğim bir sürü yüz geçiyor ve hepside ''KENDINE ZIYARETÇILER YARATTIN ALP'' diyorlardı. Çığlıklar içinde uyandım.


Sinan sesime uyanıp yanıma geldi. Gecenin yarısında bir yandan bana bakarak camı kapattı, sonra karşıdaki koltuğa oturdu ve usulca,

''Durum ciddi galiba'' dedi. “Gecenin bir yarısında çığlıklar atıyosun. Bana anlattığın onca anlamsız şey, oğlum sen yarın bi psikologa görünmelisin”

Kendimi anlamsız hissediyordum ve Sinan bile bana inanmıyordu. O yüzden ona kızgındım.

“Kusura bakma Sinan sana da rahatsızlık verdim” dedim bir yandan paltomu omzuma geçirerek. Sinan anlamsız bir ifadeyle yüzüme baktı,

“Ne rahatsızlığı ya Alp, bana rahatsızlık verdiğini mi düşünüyosun” dedi.
Kapıya doğru yürüdüm, kapıyı açtım kapıyı açtığımda dışardan gelen soğuk ve korkunç rüzgar saçlarımı geriye taradı. Ben giderken Sinan ayıbını kapatmaya çalışırmışçasına,

“Aaalp, istediğin zaman gelebilirsin. Kapımız sana her zaman” dedi ve devamıgelmeden rüzgar kapıyı kapattı.

Etrafta hiç insan yoktu, inanılmaz ıssız bir yerdi. Sanki korku filmindeki gibiydi. Eve doğru yol aldım bizim evin yolunda büyüük bir çınar ağacı vardır, çınar ağacı uzaktan bana göz kırpar gibi geldi sanki. Artık beynimi yitirdiğimi düşünmüşken mendil satan bir çocuk geldi bu saatte, mendil satan bir çocuk.Bana uzaktan yaklaştı sol eli cebindeydi,

''Abi mendil alır mısın dedi'' cebinde bıçak olabileceğinden şüphelendiğim için,
”Ver ya iki mendil” dedim mendili verdi sonra para istemeden aşağı doğru yürümeye başladı. Kafayı yiyecek gibiydim.
“Hay allahım bu çocuk neden benden para istememişti!” Sanki bir şeyler aklımda soru işaretleri oluşturmaya çalışıyordu.Acayip kararsızdım eve geri dönme konusunda. Hani korku filmlerinde derdim ''Lan salak işte katil orda niye geri dönersin ki oraya?'' Ama bu sefer aynını ben yapıyordum.
İlerledim, ilerledim etraftaki bütün evlerin ışıkları kapalıydı. Herkes uyuyor, hiçbir yerde bir insan yok keşke olsa kendimi güvende hissedebilsem. Çöp arabasını bekleyenbirikmiş çöpler ve onların kıyafetleri olan poşetler esen rüzgarla birlikte kulak tırmalayıcı bir ses çıkarıyordu.
Eve doğru ilerledim bahçenin kapısı yarı açık beni bekliyordu. Evin kapısı da aynen benim oradan kaçtığım gibi duruyordu. Ayaklarım yere basmıyordu, resmen titriyordum. Kapıyı sakin bir şekilde açtım, hemen masanın üstünde tavla ve pulları duruyordu.
Geçen günden kalan tavlaya bakıp, dona kaldım. Göğüs kafesimin içinde bir şeyler zig zag edip bir oraya, bir buraya çarpıyordu.Daha önce hiç yaşamadığım bir duygu bu. Evde bir ses olmasını istiyordum, yoksa kafayı yiyecektim. Gittim, hemen televizyonu açtım. Gece haberleri yine siyasiydi, kömürcülerin konuşmalarından tut, iyi reflekslere sahip olan eski Amerikan Başkanına kadar hepsi vardı. Sonra bir haber gördüm, gece geç saatte yangın çıkan evde ölenlerin kimlikleri otopside tespit edilemediği için, bu evde oturanın yakınlarını arıyorlardı. O EV BENIM EVIMDI, ŞUANDA İÇİNDE BULUNDUĞUM.



Ama evde yangın filan olmamıştı. Sonra evimi gördüm, dışardan küller içinde kalmış ve tek tavla pulları bir oraya, bir buraya dağılmıştı. Beyaz bir tavla pulu kalmamıştı hepsi kül olmuştu sanki. Sadece siyah renkli tavla pulları varmış gibiydi. Kalktım hemen tavla pullarına baktım, siyahlar babamın oynadıklarıydı, beyazlar benimki ve baktığımda babambir hamle sonra beni yenecekti. Sonra televizyondan hemen haber muhabiri canlı yayına bağlandı, yine bizim evdi, evde bir yangın daha çıktı dedi.
İtfaiyeler yangın etrafa yayılmasın diye söndürmeye başlamışlardı. Hemen telefonla Sinan’ı aradım, çaldı, çaldı, çaldı açan yoktu. Telefonu bir daha aradım Sinan aniden açtı,

“Aaalp iyi misin” dedi “sana bişey oldu sandık”
”Eee Sinan dedim bak iyi dinle buna da mı inanmayacaksın. Bu gün daha demin sendeydim ben, sendeyken evimde yangın çıkmış evde benden başka kimse yaşamıyodu. Evden ceset torbalarıyla ölüleri götürmüşler. Benim evimde benden başka kimse yaşamıyo ki. Hem senden çıkıp eve girdim şimdi televizyonda benim evimde çıkan ikinci bi haberi daha izliyorum” dedim.

Sinan gayet şaşkın bir şekilde,

“Eee Alp, sen en son bana iki hafta önce uğradın, dünde bana uğramadın” dedi dondum kaldım.
Sanki her şey, her şey beynime birer darbe yapıyordu. Başım şişmişti, kulaklarım kızarmıştı, sonra,

“Sen şu anda nerdesin” dedi,

Evdeyim ama nedense ona nerde olduğumu söylemek istemiyordum. Artık kimseye en ufak güvenim kalmamıştı. Telefonu Sinan’ın yüzüne kapattım.Pencereye doğruldum, perdeyi elimle itip küçük bir kenardan dışarıya baktım, itfaiye filan yoktu. Kapıyı açıp evden çıktım hemen. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Sinana’da gidemezdim ama başka bir çarem yoktu.
Sinanların evinin önüne gittim, kapıyı çaldım. Yaşlı bir amca çıktı,

“Kime bakmıştın yavrum” dedi öyle bir demişti ki sanki bu saatte “ne uyandırıyorsun be serseri” dermiş gibi.
”Amca Sinan’a bakmıştım ama” dedim.

“Sinan minan oturmuyo burada” dedi.
Arkadan bir kadın sesi,

“Hüseyiiin kim bu saatte gelen” dedi.
”Tamam amca kusura bakma” dedim sırtımı kapıya çevirip bir an durdum, sonra arkamı dönüp kapıya yeniden baktım, aklımı kaçıracak gibiydim. Sonra o mendil satan çocukla birlikte abisi geldi, iki eliyle yakamı tutup,

“Mendilleri çocuktan alıp parasını vermeden kaçmışsın” dedi.



Bir yandan gün yeni doğuyordu. O hafif aydınlığın ve sabahın soğuğu nerden yakaladıysabenim dikkatimi yakalamıştı. Doğan günün ışığı beni o kadar rahatlatmıştı ki anlatamam. Işığa bakmaktan adamın ne söylediğine bile dikkat etmedim. Yakalarımda iki el varken bile sonra bunu itip,

“Ne oldu birader” dedim “ver lan çocuğun parasını” dedi. O kadar rahattım ki sanki bir güven gelmişti. Zafer sarhoşu olur ya insan, güven sarhoşuydum bende. o an cebimden çıkarıp bir yirmilik verdim. Gittim bir banka oturdum yavaş, yavaş evlerinden çıkan koyun sürüleri işlerine gidiyorlardı. Bir rahatladım, bir rahatladım sormayın “simiiiiiitçiii” diye boğuk bir ses geliyordu. Yukardan paltosunu giymiş, kafasında beresi simit arabasını itiyordu.

“Usta bir simit ne kadar” dedim.

“Beş yüz bin ağabeycim” dedi verdim parayı, aldım simidi bir yandan simidi yedim, diğer yandan akşam olunca üstümden gidecek olan rahatlığımın tadını çıkardım.
Evet sonra kendim bir psikologa görünmeye karar verdim. Ertesi gün için Taksimdeki psikolog Faruk beyden randevu aldım. Sonra ben parktayken yanıma bir kız oturdu. Adı Sibel, direk bana “sigaran var mı” dedi.
”Yok sigara kullanmıyorum” dedim onun yüzüne bakmayarak gayet soğuk bir şekilde.

“İyii tamam” dedi parktan ayrıldı, aşağıya doğru yürümeye başladı üstü başı yırtık, pırtık bir şekilde, anlayamadım.
Gece ne yapacağımı düşünüyordum. Hava kararınca yine beni bir korku basacaktı. Nereye gideceğimi bilemiyordum. Sinanlarda kalamazdım, evimde hiç !Bir otele gitmeye karar verdim. Önce otelin lobisinde oturuyordum, sonra yanıma otel görevlisi geldi,
“Merhaba” dedi “sizin için çok güzel bir odamız var”

“Tamam” dedim “odaya çıkalım o zaman” birden insanlar bana döndü, bana anlamsızca baktılar. Bir yandan korkmuş bir şekilde “Allah, Allah” dedim “acaba üstümde başımda bi şeyler mi var, pantolonum filanmı yırtıldı bunlar bana bakıyo” hemen tuvalete girdim aynadan üstüme başıma baktım hiçbir şey yoktu.Suyu açtım “fışşş” etti üstüme sıçradı biraz, aldırmadım. “Odama gidince silerim” neyse çıktık odaya. Az bir şey bahşiş verdim gitti. Yatakta rahat pamuk gibi, insan üstüne yattıkça içine gömülüyor. Ağrıyan sırtlarım rahatladı, gözlerimden uyku akıyor.

Gözümü kapattığım gibi uyudum o kadar çok uyumuşum ki o rahatlıkta, o güvendesabah kalktığımda randevumu nerdeyse kaçırıyordum. Hemen dünkü kıyafetlerimle yattığım gibi, kalktım koşa, koşa otelin önüne çıktım. Otelin parasını önceden ödediğim için herkes rahat tabi. Taksiye atlayıp Taksime gittim. Telefonla Faruk beyinsekreterini aradım psikologun yerini öğrendim. Kapıyı çaldım, apartman gibi bir yerdi. Kapı açıldı, yukarı çıktım koşar adımlarla. Bekleme odasında bekliyordum yanıma bir adam oturdu. Bana,

“Seni ilk defa görüyorum buralarda” dedi. En başta korktum ne yalan söyleyeyim. Öyle baba yiğit birisi değilim aslında korkmamam gerekir. Sonuçta bir hastalık, onlar canavar değil ya, sadece hastalar herkes gibi insan hepsi.



Faruk beyin odasına girdiğimde gayet sıcak karşıladı beni koltuğa oturdum. Bir kaç soru sordu, neden geldiğimi sordu, her şeyi anlattım nefes almadan. Bir çırpıda panikle, endişeyle anlatırken içimde yaşadım aynı durumları yeniden. Aynı duyguları yaşarken de ister istemez koltuğun kolçağını sıktım sol elimle.Faruk bey bir kaç resim gösterdi bunları tanımlamamı söyledi. Önce bisiklet, sonra bir girdap gösterdi, sonra sadece bir leke,
”Burda ne var” dedi

“Bir kız çocuğu var” dedim, her şeyi not aldı, notlarını okudu, okudu, okudu. Bana dönüp,

“Son zamanlarda büyük bir sıkıntınız oldu mu” dedi “bi depresyona neden olabilecek?”

“Hayır dedim, hayatım günlük güneşlikken böyle şeyler oldu”
Sessiz bir şekilde “off “çekti ama belli oluyordu. Gözlüğün çıkarıp masanın üstüne koydu,

“Alp bey” dedi bir iki saniye durdu “sizdeki durumlar şizofreni hastalığının belirtileri dedi.
Dondum kaldım. Kalp atışlarım at yarışındaki atlar gibi hızlandı, kafamda milyonlarca düşünce birbirlerine çarpıp duruyordu. Bu bende kararsızlık yaratıyordu. Kafayı yiyecek gibiydim boğuk bir ses tonuyla,

“Nası yani Faruk bey, ben şizofren miyim şimdi?” dedim.
Faruk bey,

“Tam olarak öyle söyleyemem ama bu durumlar şizofrenliğin belirtisi” dedi “size yazacağım bazı ilaçlar var onları içerdeki görevli hanımdan alabilirsiniz” dedi sanki ağır çekimdeymiş gibi kapıyı açtım, bir durdum soluk aldım Faruk bey'e baktım, oda bana baktı “ne oldu” dermiş gibi sonra çıktım. Yavaşça kapıyı kapattım.
Adımlarım yavaşlamıştı, oturma odasının önüne geldim, bir durdum, içerdeki insanların yüzlerine baktım sonra ilaçları filan sormadan kendimi dışarıya attım. Dışarıdaki insanlar herkes telaşlı, neşeli, sevinçli, umutlu bir yerlere gidiyorlardı. Kendimi inanılmaz bir şekilde boşlukta hissediyordum. Ben eskiden hiç üşümezken hava birden soğuk geldi bana. Gözlerim ister istemez boş, boş dalıyordu. Konuştuğum insanların kaçı gerçekti, kaçı hayal ürünüydü bilmiyordum.İşte bana bu koyuyordu. Seviştiğim insanların kaçı gerçek, kaçı hayal ürünü yada can ciğer arkadaşlarım hayal miydi hiçbir şeyi ayırt edemiyordum. Sanki gerçeklikle hayalin saydamlığının ortasındaydım. Kafamı sağa çevirsem hayal, sola çevirsem gerçek ama kafamı hangi yana çevirdiğimi bende bilmiyordum.
Ben çıktıktan hemen sonra arkamdan birisi daha geldi bana döndü,

“Ben de bu hastalığımı ilk öğrendiğimde senin gibi olmuştum” ama benim hastalığımı nerden biliyordu?Bütün olanlara kafam takılmamıştı da buna mı takılacaktı. Hayır, hiç ilgilenmedim nerden bildiğiyle.

“Bi kaffeye gidip çay içelim mi? Dedi,

“Tamam” dedim “olur” boş bir surat ifadesiyle kafeye oturduk. Bana dedi ki,

“İnsanlar bizden neden nefret ediyo. “Yani” dedi “ben ister istemez hayallerimle sohbet ediyorum ama bu benim elimde olan bişey değil. Hiç kimse benle arkadaşlıkkurmuyo, hiç bi kızla birlikte olamıyorum. Nereye gitsem hiç bi insan bana saygı duymuyo. Bana pislik muamelesi yapıyolar” dedi.



Ardından birine “hoş geldin” dedi ve sandalyeyi hafif geri çekti. “Buyrun oturun” dedi ama orda kimse yoktu. Dışarıdan bende mi böyle görünüyordum? Biriyle konuştu, konuştu herkes ona bakıyordu. Bazı insanlar masalardan kalkıyorlar, bazı insanlarda bakışlarını alamıyorlardı. Görevli arkadaş geldi,

“lütfen kalkar mısınız insanlar rahatsız oluyor” dedi.
Görevliye baktı, sonra da masada konuştuğu kişiye doğru baktı ama oda kimseyi göremedi, dondu kaldı. Etrafına kafasını çevirdi, bütün insanlar onu bakarken hemen muhabbet edermiş gibi yapmaya başladılar, gözlerini ondan kaçırarak. Ayağa kalktıbana baktı, gözünden bir damla yaş aktı, bir beş on saniye öyle durdu ama hayatımın en uzun anı gibi geldi bana, sonra insanlara döndü,

''BEN GÖRÜNMEZMİYİİİİİİİM? '' dedi, ardından iki görevli onu ite kakalaya dışarı çıkardılar. Çevrede bir sessizlik oluştu. Herkesin yüzüne bir suçluluk büründü, herkes anlamsızca birbirlerine baktılar…

7 yorum:

cüneyt uzunlar dedi ki...

Bir iletişim adresine ihtiyaç var.

Düş Hane dedi ki...

Sayfanın, en alt kısmına ekledim hocam.

Kırık Düşler Ajandası dedi ki...

Müthiş akıcı bir hikaye olmuş.
Hiç sıkılmadan okuduğum, kendime sonundada bu hikayeyi bu kadar zamanda nasıl okudum sorusunu sorduğum bir öykü...
Ellerine sağlık...

Düş Hane dedi ki...

Beğendiysen ne diyelim.

Okuduğun için teşekkürler diyelim.

londa dedi ki...

tebrik ediyorum canim benim çok başarilisin gerçekten.londa

londa dedi ki...

tebrik ediyorum çok başarilisin.londa

şşş SESSİZ!!! dedi ki...

Hikayenin etkisinden çıkmam uzun zaman aldı çok hoş bir hikaye...ve inanılmaz akıcı.Bir an bile duramadım okurken...Ellerine sağlık