
Sırtımda yüz bin savaşçının nefesinin sıcaklığı, karşımda ise kılıçlarının
ve zıhrlarının parlaklığıyla gözümü alan, neredeyse bizim iki katımız
olan bir ordu, Ama önce olayları başından anlatayım size..
Kuru vâdinin, tam ortasındaki Zowilla ülkesinden geliyoruz biz.
Zowilla bizim dilimizde, onurlular demektir.
Küçüklüğümde evimize yakaca odun taşırken, ormanda kara giysili adamlar gördüm
Hemen kafamı çevirip görmemezlikten geldim, Odunları kırarken göz ucuyla
kara giysili adamları, takip ediyordum. Kimisi değişik çevikliklerle
ağaçlara tırmanıyor, kimisi yerdeki yaprakları topluyordu, ardından
evden babam koşa koşa çıkıp, beni kucağına alıp eve götürdü.
kapıyı sımsıkı kapadı ve nefes nefese bir şekilde, arkasına dayandı
kapının. '' Saklan '' Deyip, göz ucuyla yatağın altını gösterdi.
Hemen yatağın altına girdim, gözlerimi sımsıkı yumdum, bazen gözlerimi kısıp,
babama bakıyordum, ardından babam kafasını usulca cama uzattı, Deriin bir, ''Ooohhh'' Çekti.
Hemen yatağın altından çıkıp babama, Bu siyah giysili adamlar kim dedim.
Efsaneye göre, çoook eskiden japonyadan, Ninjitsu'yu farklı yorumladığı için,
uzaklaştırılan bir ninjitsu öğretmeni varmış, boş boş hiç bir insanın olmadığı diyarlarda, geziniyormuş.
En sonunda bu göçebe hayattan kurtulup, bir ülkeye yerleşmeyi planlamış.
Boş vâdilerde gezinirken, gecenin karanlığında, bir türkü sesi belirmiş kulağında, arından sesin geldiği yöne bakmış,
Bizim Zowillalılar içip dans ediyorlar, eğlencenin olduğu yöne doğru yaklaşmış, birden dalı vermiş, masaların önüne,
herkes susmuş ardından yere yığılmış bu öğretmen, hemen kaldırıp bir, hekime götürmüşler.
Hekim yürümekten yara bere, kan içinde kalan ayaklarına çeşitli otlar sürüp tedavi etmiş öğretmeni.
Daha sonra burda bizlerle kalıp, insanlara ninjitsu sanatını öğretmiş.
Fakat çeşitli çeteler, bu tekniği uygulayarak evlere girip soygunlar yapmışlar, kadınları tecavüz edip, insanları öldürmüşler.
Öğretmen bunlardan kendini sorumlu tuttuğu için, harakiri yapıp intihar etmiş.
Bazı söylentilere görede halaa yaşıyormuş..
Bunları duyduktan sonra, inanılmaz özendim onlara, çok geçmeden ilerleyen yaşlarıma geldiğimde,
Bir kılıç almak için şehirin taa uzağındaki, silahcıya gittim, Ordan fazla iyi olmayan bir kılıç beğendim kendime,
Silahların başında duran yaşlı adam, ''Neden bu yaşta kılıç alıyorsun ? '' diyerek, elindeki paslı kılıçla havada
figürler çiziyordu, Seni ilgilendirmez, Diye karşılık verdim, ''Peki ya iyi dövüşüyormusun ? '' Dedi,
Bir ninjutsu gibi dövüşüyorum.. En azından ben öyle sanıyordum, ''Kısa bir düelloya varmısın '' Diyince, hemen tabi dedim.
Tahta kılıçları elimize alıp, karşı karşıya geçtik.
ardından hemen yere bir parça mor toz atarak, toz bulutunun içinde kayboldu, etrafımda kimse yoktu, toz bulutunun içinde, sıçrayarak havada
bir darbeyle kılıcımı düşürdü, iyice emin olmak için kafamı ayaklarına çevirdim, inanılmaz fazla yara bere izleri vardı ayağında.
Tam Sennnn dedim, ''Evet oyum'' diyerek karşılık verdi.
Ninjitsu öğrenmek istiyormusun dedi, Tabiiii elbette öğrenmek istiyorum.
Anlaşılan o ki, bu yaşlı öğretmen çok zamanı olmadığı için bilgilerini devredecek birini arıyordu, ve o şanslı kişi bendimmm..
Gizli kapaklı geçen on yıl eğitimden sonra, yine ustamla buluştuğum kızıl vâdiye gittim, fakat bu kez ustam
yerde yatıyordu koşa koşa yanına gittim, ölmeden önce bana ''Biz neden maske ve siyah giysilerle vücudumuzu gizleriz ?'' Dedi, Gelenek icabı sanıyordum, ''Hayır, insan göremediği şeyden korkar'' Diyerek, gözlerini yumdu..
Ardından bu teknikleri kullanarak, ülkenin en iyi dövüşçüleriyle, para karşılığı düellolar düzenledim.
Çok iyi para kazanıyordum, ve şöhretim kısa zamanda kralın kulağına kadar gitmişti.
Kral, evinde verdiği büyük yemeğe beni davet etmişti, şaşkındım ve doğrusunu söylemek gerekirse çekiniyordum.
Babamdan kalan giysilerin, en ciddisini, en şık olanını giyip, halk sınıfının yani benim sınıfımın içerisine giremediği kaleye doğru yola koyuldum.
Kapıdaki iki muhafız beni, içeri kadar geçirdiler, kral masada oturuyordu.
Çekingenliğimden oturamadım, masanın yanı başında dikilmiş bekliyordum.
Kral alaycı bir ifadeyle ''Yarın, ordunun en güçlü askeriyle arenada düello yapacaksın'' Dedi.
Bunu neden istediklerini anlayamayıp, Tabi efendim dedim ve kaleden ayrıldım.
Ertesi gün geldi çattı, Arenanın demirli kapılarının arkasındaydım.
Demirlerin arasından içeri sızan, ışık, Ninjitsu için giydiğim kıyafetin, siyahlığını beyaza çalıyordu.
Yüzlerce insan yerlerini almış, önde soylular arkada halk -benim- kesimim, bağırıyor, küfürler ediyor, kan için deli oluyorlardı.
Hemen kafamda bir strateji belirledim, Demir kapıların zincileri gerildi ve kapılar açıldı.
Hemen koşa koşa rakibimin üzerine doğru ilerledim, elimdeki kılıcı üzerine doğru fırlattım bir yandan koşarken,
Bu kılıçtan sıyrılırken hemen üstünden atlayıp, kolumun altındaki yedek hançerimi, sırtına saplayıp yere yığdım onu.
Şöhretime şöhret, namıma nam katıldı.
Kalabalığın alkışları, kulağımda Ustamın sesini canlandırdı bir an.
Ardından, yapılan büyük bir törenle ''Ordunun en güçlü asker'' Ünvanını almıştım, Kral yanıma kadar gelip,
Beni tebrik etti.
Ve sonra olanları hiç kimse istemezdi, Hemen yakınımızdaki ülkeyle ganimet için, savaş başlattı SALAK Lordumuz.
Şuanda arkamda yüz bin savaşçı kimi ölümden korkuyor, kimi cesur hepsi benim yüzüme bakıyorlardı.
Çünkü bu savaş eski yöntemlerle halledilecekti, Bizim en iyi savaşçımızla, karşı ordunun en iyi savaşçısı dövüşecek,
ve kazanan taraf böyle belli olacaktı.
Ordunun önünde ilerledikçe, üç adam boyu, gür siyah saçlı, boynunda yüzlerce kolye bulunan, barbarla karşı karşıya gelmiştik.
Üstümdeki kostümle alay edermişçesine güldü, Sinirlerim iyice tepeme bindi.
Neyseki savaşacağımız alanı dün incelemiştim, ve kendime en stratejik noktaları seçmiştim.
Barbar'a doğru koşmaya başladım ve yere döktüğüm, mor toz bulutunun içinde kaybolup, bölgedeki çalıların arkasına geçtim.
Bozuk ağzıyla anlaşılmayan bir şekilde ''Şimdide kaçtı'' Diyerek gülmeye başladı, tam o gülerken sıçrayarak üzerine doğru atladım,
Havada boğazımı tuttu ve kılıcını karnıma dayadı, ölüm korkusu değildi bu içimdeki yenilmenin verdiği, sinirdi.
kılıcı indirip beni yere fırlattı, ve ordusuna doğru yürümeye başladı.
Buna dayanamayıp elimdeki kılıcı karnıma sapladım, ustamın onurunu ve bilgilerini, kanımla birlikte toprağa devrettim.
ve zıhrlarının parlaklığıyla gözümü alan, neredeyse bizim iki katımız
olan bir ordu, Ama önce olayları başından anlatayım size..
Kuru vâdinin, tam ortasındaki Zowilla ülkesinden geliyoruz biz.
Zowilla bizim dilimizde, onurlular demektir.
Küçüklüğümde evimize yakaca odun taşırken, ormanda kara giysili adamlar gördüm
Hemen kafamı çevirip görmemezlikten geldim, Odunları kırarken göz ucuyla
kara giysili adamları, takip ediyordum. Kimisi değişik çevikliklerle
ağaçlara tırmanıyor, kimisi yerdeki yaprakları topluyordu, ardından
evden babam koşa koşa çıkıp, beni kucağına alıp eve götürdü.
kapıyı sımsıkı kapadı ve nefes nefese bir şekilde, arkasına dayandı
kapının. '' Saklan '' Deyip, göz ucuyla yatağın altını gösterdi.
Hemen yatağın altına girdim, gözlerimi sımsıkı yumdum, bazen gözlerimi kısıp,
babama bakıyordum, ardından babam kafasını usulca cama uzattı, Deriin bir, ''Ooohhh'' Çekti.
Hemen yatağın altından çıkıp babama, Bu siyah giysili adamlar kim dedim.
Efsaneye göre, çoook eskiden japonyadan, Ninjitsu'yu farklı yorumladığı için,
uzaklaştırılan bir ninjitsu öğretmeni varmış, boş boş hiç bir insanın olmadığı diyarlarda, geziniyormuş.
En sonunda bu göçebe hayattan kurtulup, bir ülkeye yerleşmeyi planlamış.
Boş vâdilerde gezinirken, gecenin karanlığında, bir türkü sesi belirmiş kulağında, arından sesin geldiği yöne bakmış,
Bizim Zowillalılar içip dans ediyorlar, eğlencenin olduğu yöne doğru yaklaşmış, birden dalı vermiş, masaların önüne,
herkes susmuş ardından yere yığılmış bu öğretmen, hemen kaldırıp bir, hekime götürmüşler.
Hekim yürümekten yara bere, kan içinde kalan ayaklarına çeşitli otlar sürüp tedavi etmiş öğretmeni.
Daha sonra burda bizlerle kalıp, insanlara ninjitsu sanatını öğretmiş.
Fakat çeşitli çeteler, bu tekniği uygulayarak evlere girip soygunlar yapmışlar, kadınları tecavüz edip, insanları öldürmüşler.
Öğretmen bunlardan kendini sorumlu tuttuğu için, harakiri yapıp intihar etmiş.
Bazı söylentilere görede halaa yaşıyormuş..
Bunları duyduktan sonra, inanılmaz özendim onlara, çok geçmeden ilerleyen yaşlarıma geldiğimde,
Bir kılıç almak için şehirin taa uzağındaki, silahcıya gittim, Ordan fazla iyi olmayan bir kılıç beğendim kendime,
Silahların başında duran yaşlı adam, ''Neden bu yaşta kılıç alıyorsun ? '' diyerek, elindeki paslı kılıçla havada
figürler çiziyordu, Seni ilgilendirmez, Diye karşılık verdim, ''Peki ya iyi dövüşüyormusun ? '' Dedi,
Bir ninjutsu gibi dövüşüyorum.. En azından ben öyle sanıyordum, ''Kısa bir düelloya varmısın '' Diyince, hemen tabi dedim.
Tahta kılıçları elimize alıp, karşı karşıya geçtik.
ardından hemen yere bir parça mor toz atarak, toz bulutunun içinde kayboldu, etrafımda kimse yoktu, toz bulutunun içinde, sıçrayarak havada
bir darbeyle kılıcımı düşürdü, iyice emin olmak için kafamı ayaklarına çevirdim, inanılmaz fazla yara bere izleri vardı ayağında.
Tam Sennnn dedim, ''Evet oyum'' diyerek karşılık verdi.
Ninjitsu öğrenmek istiyormusun dedi, Tabiiii elbette öğrenmek istiyorum.
Anlaşılan o ki, bu yaşlı öğretmen çok zamanı olmadığı için bilgilerini devredecek birini arıyordu, ve o şanslı kişi bendimmm..
Gizli kapaklı geçen on yıl eğitimden sonra, yine ustamla buluştuğum kızıl vâdiye gittim, fakat bu kez ustam
yerde yatıyordu koşa koşa yanına gittim, ölmeden önce bana ''Biz neden maske ve siyah giysilerle vücudumuzu gizleriz ?'' Dedi, Gelenek icabı sanıyordum, ''Hayır, insan göremediği şeyden korkar'' Diyerek, gözlerini yumdu..
Ardından bu teknikleri kullanarak, ülkenin en iyi dövüşçüleriyle, para karşılığı düellolar düzenledim.
Çok iyi para kazanıyordum, ve şöhretim kısa zamanda kralın kulağına kadar gitmişti.
Kral, evinde verdiği büyük yemeğe beni davet etmişti, şaşkındım ve doğrusunu söylemek gerekirse çekiniyordum.
Babamdan kalan giysilerin, en ciddisini, en şık olanını giyip, halk sınıfının yani benim sınıfımın içerisine giremediği kaleye doğru yola koyuldum.
Kapıdaki iki muhafız beni, içeri kadar geçirdiler, kral masada oturuyordu.
Çekingenliğimden oturamadım, masanın yanı başında dikilmiş bekliyordum.
Kral alaycı bir ifadeyle ''Yarın, ordunun en güçlü askeriyle arenada düello yapacaksın'' Dedi.
Bunu neden istediklerini anlayamayıp, Tabi efendim dedim ve kaleden ayrıldım.
Ertesi gün geldi çattı, Arenanın demirli kapılarının arkasındaydım.
Demirlerin arasından içeri sızan, ışık, Ninjitsu için giydiğim kıyafetin, siyahlığını beyaza çalıyordu.
Yüzlerce insan yerlerini almış, önde soylular arkada halk -benim- kesimim, bağırıyor, küfürler ediyor, kan için deli oluyorlardı.
Hemen kafamda bir strateji belirledim, Demir kapıların zincileri gerildi ve kapılar açıldı.
Hemen koşa koşa rakibimin üzerine doğru ilerledim, elimdeki kılıcı üzerine doğru fırlattım bir yandan koşarken,
Bu kılıçtan sıyrılırken hemen üstünden atlayıp, kolumun altındaki yedek hançerimi, sırtına saplayıp yere yığdım onu.
Şöhretime şöhret, namıma nam katıldı.
Kalabalığın alkışları, kulağımda Ustamın sesini canlandırdı bir an.
Ardından, yapılan büyük bir törenle ''Ordunun en güçlü asker'' Ünvanını almıştım, Kral yanıma kadar gelip,
Beni tebrik etti.
Ve sonra olanları hiç kimse istemezdi, Hemen yakınımızdaki ülkeyle ganimet için, savaş başlattı SALAK Lordumuz.
Şuanda arkamda yüz bin savaşçı kimi ölümden korkuyor, kimi cesur hepsi benim yüzüme bakıyorlardı.
Çünkü bu savaş eski yöntemlerle halledilecekti, Bizim en iyi savaşçımızla, karşı ordunun en iyi savaşçısı dövüşecek,
ve kazanan taraf böyle belli olacaktı.
Ordunun önünde ilerledikçe, üç adam boyu, gür siyah saçlı, boynunda yüzlerce kolye bulunan, barbarla karşı karşıya gelmiştik.
Üstümdeki kostümle alay edermişçesine güldü, Sinirlerim iyice tepeme bindi.
Neyseki savaşacağımız alanı dün incelemiştim, ve kendime en stratejik noktaları seçmiştim.
Barbar'a doğru koşmaya başladım ve yere döktüğüm, mor toz bulutunun içinde kaybolup, bölgedeki çalıların arkasına geçtim.
Bozuk ağzıyla anlaşılmayan bir şekilde ''Şimdide kaçtı'' Diyerek gülmeye başladı, tam o gülerken sıçrayarak üzerine doğru atladım,
Havada boğazımı tuttu ve kılıcını karnıma dayadı, ölüm korkusu değildi bu içimdeki yenilmenin verdiği, sinirdi.
kılıcı indirip beni yere fırlattı, ve ordusuna doğru yürümeye başladı.
Buna dayanamayıp elimdeki kılıcı karnıma sapladım, ustamın onurunu ve bilgilerini, kanımla birlikte toprağa devrettim.