28 Aralık 2008 Pazar

Zowilla


Sırtımda yüz bin savaşçının nefesinin sıcaklığı, karşımda ise kılıçlarının
ve zıhrlarının parlaklığıyla gözümü alan, neredeyse bizim iki katımız
olan bir ordu, Ama önce olayları başından anlatayım size..

Kuru vâdinin, tam ortasındaki Zowilla ülkesinden geliyoruz biz.

Zowilla bizim dilimizde, onurlular demektir.

Küçüklüğümde evimize yakaca odun taşırken, ormanda kara giysili adamlar gördüm
Hemen kafamı çevirip görmemezlikten geldim, Odunları kırarken göz ucuyla
kara giysili adamları, takip ediyordum. Kimisi değişik çevikliklerle
ağaçlara tırmanıyor, kimisi yerdeki yaprakları topluyordu, ardından
evden babam koşa koşa çıkıp, beni kucağına alıp eve götürdü.
kapıyı sımsıkı kapadı ve nefes nefese bir şekilde, arkasına dayandı
kapının. '' Saklan '' Deyip, göz ucuyla yatağın altını gösterdi.
Hemen yatağın altına girdim, gözlerimi sımsıkı yumdum, bazen gözlerimi kısıp,
babama bakıyordum, ardından babam kafasını usulca cama uzattı, Deriin bir, ''Ooohhh'' Çekti.
Hemen yatağın altından çıkıp babama, Bu siyah giysili adamlar kim dedim.

Efsaneye göre, çoook eskiden japonyadan, Ninjitsu'yu farklı yorumladığı için,
uzaklaştırılan bir ninjitsu öğretmeni varmış, boş boş hiç bir insanın olmadığı diyarlarda, geziniyormuş.
En sonunda bu göçebe hayattan kurtulup, bir ülkeye yerleşmeyi planlamış.
Boş vâdilerde gezinirken, gecenin karanlığında, bir türkü sesi belirmiş kulağında, arından sesin geldiği yöne bakmış,
Bizim Zowillalılar içip dans ediyorlar, eğlencenin olduğu yöne doğru yaklaşmış, birden dalı vermiş, masaların önüne,
herkes susmuş ardından yere yığılmış bu öğretmen, hemen kaldırıp bir, hekime götürmüşler.
Hekim yürümekten yara bere, kan içinde kalan ayaklarına çeşitli otlar sürüp tedavi etmiş öğretmeni.
Daha sonra burda bizlerle kalıp, insanlara ninjitsu sanatını öğretmiş.
Fakat çeşitli çeteler, bu tekniği uygulayarak evlere girip soygunlar yapmışlar, kadınları tecavüz edip, insanları öldürmüşler.
Öğretmen bunlardan kendini sorumlu tuttuğu için, harakiri yapıp intihar etmiş.
Bazı söylentilere görede halaa yaşıyormuş..

Bunları duyduktan sonra, inanılmaz özendim onlara, çok geçmeden ilerleyen yaşlarıma geldiğimde,
Bir kılıç almak için şehirin taa uzağındaki, silahcıya gittim, Ordan fazla iyi olmayan bir kılıç beğendim kendime,
Silahların başında duran yaşlı adam, ''Neden bu yaşta kılıç alıyorsun ? '' diyerek, elindeki paslı kılıçla havada
figürler çiziyordu, Seni ilgilendirmez, Diye karşılık verdim, ''Peki ya iyi dövüşüyormusun ? '' Dedi,
Bir ninjutsu gibi dövüşüyorum.. En azından ben öyle sanıyordum, ''Kısa bir düelloya varmısın '' Diyince, hemen tabi dedim.

Tahta kılıçları elimize alıp, karşı karşıya geçtik.
ardından hemen yere bir parça mor toz atarak, toz bulutunun içinde kayboldu, etrafımda kimse yoktu, toz bulutunun içinde, sıçrayarak havada
bir darbeyle kılıcımı düşürdü, iyice emin olmak için kafamı ayaklarına çevirdim, inanılmaz fazla yara bere izleri vardı ayağında.
Tam Sennnn dedim, ''Evet oyum'' diyerek karşılık verdi.
Ninjitsu öğrenmek istiyormusun dedi, Tabiiii elbette öğrenmek istiyorum.
Anlaşılan o ki, bu yaşlı öğretmen çok zamanı olmadığı için bilgilerini devredecek birini arıyordu, ve o şanslı kişi bendimmm..

Gizli kapaklı geçen on yıl eğitimden sonra, yine ustamla buluştuğum kızıl vâdiye gittim, fakat bu kez ustam
yerde yatıyordu koşa koşa yanına gittim, ölmeden önce bana ''Biz neden maske ve siyah giysilerle vücudumuzu gizleriz ?'' Dedi, Gelenek icabı sanıyordum, ''Hayır, insan göremediği şeyden korkar'' Diyerek, gözlerini yumdu..

Ardından bu teknikleri kullanarak, ülkenin en iyi dövüşçüleriyle, para karşılığı düellolar düzenledim.
Çok iyi para kazanıyordum, ve şöhretim kısa zamanda kralın kulağına kadar gitmişti.
Kral, evinde verdiği büyük yemeğe beni davet etmişti, şaşkındım ve doğrusunu söylemek gerekirse çekiniyordum.
Babamdan kalan giysilerin, en ciddisini, en şık olanını giyip, halk sınıfının yani benim sınıfımın içerisine giremediği kaleye doğru yola koyuldum.
Kapıdaki iki muhafız beni, içeri kadar geçirdiler, kral masada oturuyordu.
Çekingenliğimden oturamadım, masanın yanı başında dikilmiş bekliyordum.
Kral alaycı bir ifadeyle ''Yarın, ordunun en güçlü askeriyle arenada düello yapacaksın'' Dedi.
Bunu neden istediklerini anlayamayıp, Tabi efendim dedim ve kaleden ayrıldım.

Ertesi gün geldi çattı, Arenanın demirli kapılarının arkasındaydım.
Demirlerin arasından içeri sızan, ışık, Ninjitsu için giydiğim kıyafetin, siyahlığını beyaza çalıyordu.
Yüzlerce insan yerlerini almış, önde soylular arkada halk -benim- kesimim, bağırıyor, küfürler ediyor, kan için deli oluyorlardı.

Hemen kafamda bir strateji belirledim, Demir kapıların zincileri gerildi ve kapılar açıldı.
Hemen koşa koşa rakibimin üzerine doğru ilerledim, elimdeki kılıcı üzerine doğru fırlattım bir yandan koşarken,
Bu kılıçtan sıyrılırken hemen üstünden atlayıp, kolumun altındaki yedek hançerimi, sırtına saplayıp yere yığdım onu.

Şöhretime şöhret, namıma nam katıldı.
Kalabalığın alkışları, kulağımda Ustamın sesini canlandırdı bir an.
Ardından, yapılan büyük bir törenle ''Ordunun en güçlü asker'' Ünvanını almıştım, Kral yanıma kadar gelip,
Beni tebrik etti.

Ve sonra olanları hiç kimse istemezdi, Hemen yakınımızdaki ülkeyle ganimet için, savaş başlattı SALAK Lordumuz.



Şuanda arkamda yüz bin savaşçı kimi ölümden korkuyor, kimi cesur hepsi benim yüzüme bakıyorlardı.
Çünkü bu savaş eski yöntemlerle halledilecekti, Bizim en iyi savaşçımızla, karşı ordunun en iyi savaşçısı dövüşecek,
ve kazanan taraf böyle belli olacaktı.

Ordunun önünde ilerledikçe, üç adam boyu, gür siyah saçlı, boynunda yüzlerce kolye bulunan, barbarla karşı karşıya gelmiştik.
Üstümdeki kostümle alay edermişçesine güldü, Sinirlerim iyice tepeme bindi.
Neyseki savaşacağımız alanı dün incelemiştim, ve kendime en stratejik noktaları seçmiştim.
Barbar'a doğru koşmaya başladım ve yere döktüğüm, mor toz bulutunun içinde kaybolup, bölgedeki çalıların arkasına geçtim.
Bozuk ağzıyla anlaşılmayan bir şekilde ''Şimdide kaçtı'' Diyerek gülmeye başladı, tam o gülerken sıçrayarak üzerine doğru atladım,
Havada boğazımı tuttu ve kılıcını karnıma dayadı, ölüm korkusu değildi bu içimdeki yenilmenin verdiği, sinirdi.
kılıcı indirip beni yere fırlattı, ve ordusuna doğru yürümeye başladı.
Buna dayanamayıp elimdeki kılıcı karnıma sapladım, ustamın onurunu ve bilgilerini, kanımla birlikte toprağa devrettim.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Şaklabanlar


Ben, bağdatta bi kediyim, evet tam bağdatta ırak'ın ortasında.
Bana bir isim takmışlar, şimdi hatırlamıyorum.
Evimde, beş kişi yaşıyoruz sahibim , bir kadın ve onların yavruları.
Sahibimin kucağında uyuyup, Etleeer, peynirler , balıklar'la dolu rüyalar görmeye bayılırım.
Yine sahibimin kucağında uyurken, sahibim evdeki kadın'a bağırıyordu, dillerini anlamasamda yüzlerinin aldığı şekillerden ve jestlerinden, yarım yamalak ne söylemeye çalıştıklarını anlıyordum.
İşte, bunlar bağırışırlarken uzaklardaan, taa kulaktan ırak'ta anlam veremediğim çook büyük bir, patlama sesi yankılandı.
Hemen, tüylerimi kaldırıp sahibimin kucağından atladım. Sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirdim, sonra açık pencereden dışarı zıpladım. İnanılmaz meraklı biriydim, koştuum koştum koştum, Havada piiiiiuuuvv eden, arkalarından bulutlar çıkaran, ucu sivri silindirler gökten yer yüzüne doğru iniyordu, indikleri yerlerden inanılmaz bir gürültü ve yangınlar çıkarıyorlardı.


Burnumda, metan kokusuyla şehirin göbeğine doğru koştum.
Gözlerime inanamadım, onlarca araba ama değişik arabalar, üstlerinde uzuun bir boru.
Yanlarında, daha önce hiç görmediğim insan yüzleri, daha ilginci şaklaban kıyafetleri giymişlerdi.
Ellerindeki değneklerin ucundan, ateş çıkıyor ve değneyi doğrulttuğu kişi, yere yatıp uyuyordu.
Ellerinde değneklerle gelen bu şaklaban giysili garip canlılar, yoksa bunlar şeytanmıydı ?
Sinir bozucu bir yürüme tarzıyla, şehirde ilerliyorlardı. Bende peşlerine takıldım, onların yürüyüşlerini taklit ettim. Öffff ! Yine başaramıyordum insan gibi yürümeyi.
Daha sonra uzaklara düşen o ucu sivri silindirleri gördüm, olayı daha iyi anlayabilmek için yaklaştım, Bir tanesi benim olduğum yöne doğru geliyordu.


Arkasında çizdiği bulutlar o kadar güzel gözüktü ki gözüme, bulutları seyrederek daldııım gittim..

22 Aralık 2008 Pazartesi

Endorfin


Öncelikle, adım'ı yanlış bilenler olabilir düzeltiyorum''Endorfin hormonu '' Değil adım açıcı iş arkadaşlarım bana bir sürü isimler takıyorlar aslında, Tam bin tane ismim var.
Gel gelelim sizin zekanızın kıtlığına.
Beni, belirli bi fiyata alırsınız kıyafetlerimden çıkarıp ağzınıza götürürsünüz, dişlerinizle bana bi güzel masaj yaptıktan sonra, Hoppuuurtt ! Miğdenize indirirsiniz orda diğer açıcı kardeşlerimle birlikte, miğdenizdeki mukoz abiyle muhabbet ederiz, muhabbet genelde şöyle olur '' Ciğer ne yapyıyor ciğer ? ''
, ''Bildiğin gibi hala KARAmsar'' Daha sonrasında mukoz abiye eyvallah deyip, hepimiz kırmızı havuza atlarız, Çoğumuz bedeninizdeki Hücrelere kapatılıp, mahkum ediliriz.
Ama bir kısmımız - Hepimiz o kısımda yer almak isteriz aslında- Beyninizdeki, Hücrelere kapatılırız.

Beyninizdeki Odalarda, bazı hücre arkadaşları ediniriz Yaratıcılık, Sevgi , doyumsuzluk vb.
Ama içlerinden en çok korktuğumuz hücre arkadaşları Cahillik ve Sinir'dir.
Ve bazılarımız, Yargıç'ın odasına gider -Yani alıcıların- Sizin alıcılarınızı açmaya çalışırız, Sohbet ederek onları yeniden canlandırırız, Genelde sohbet şöyle olur '' Kafana bir top geliyoo '' ,'' Boş ver '' Ama sizin algılarınızda çok kapalı be kardeşim ! İnsaf bizede acıyın.
Sonunda bir takım uğraşlar verdikten sonra -Meslek sırrı- algılarınızı açarız.
Aklınız fikriniz aşk'ta meşkde olduğu için, algılarınız açılınca karşı cinsiyetin güzel yanlarını keşfedersiniz, İşte bu yüzden bize aşk hormonu denir.
Size bir mesajım varsada şudur '' Algılarınızı açık tutun '' İşimiz zor be sizde anlayın halimizden.

Ölü'm


Görünmezlerdeki Psikiyatrin Faruk bey.


Aslında gerçek adım Haluk, ama bana faruk diyolar.
Faruk He.. FARUK.. kariyerimde uzuun yıllar kat ettikten sonra, Bana bu lakab'ı taktılar. Ama bu lakap üstüme cuk diye bi isim olarak oturdu,
Ben Evlilik psikiyatriniydim, yani hangi tarafın haklı olduğunu hemen
anlıyordum. Zira faruk haklıyla, haksızı ayırt etmekte iyi olan kişiye denir. Sonra sadece hastalarla ilgilenen psikiyatrin oldum, o başka hikâye.
Psikologlukla uğraşmamın nedeni, karım bana sürekli ''Sen delisin'' Diyodu, Lan deli deme Hasta de hastaaa. Bi psikoloğa gittim bana paranoyak tanısı koydular. Sensin lan paranayok !
Aslında hoşumuda gitti bu meslek, insanların hayat hikâyelerini dinliyordum, bundan'da acayip haz alıyordum. Evlilik psikiyatrini olmamın nedenide, karımla iyi geçinemem.
Hep benim arkamdan bişeyler çeviriyodu, geçenlerde ben televizyonda maç izlerken '' Ne keyif alıyosun bu maçdan bilmem 11 kişi bi topun etrafında koşuyo sende deli gibi bunu izliyosun '' Dedi, zaten önceden belliydi benim arkamdan bişeyler çevirdiği. Bana deli deyince onun suratına durdum baktım, e tabi haliyle korktu, SIKIYOSA KORKMASIN. Sonra televizyonu kapatıp yatak odasına gidip yattım. Artık arkamdan bişeyler çeviremiyo, şimdi burda olsa bana yine ''DELİ'' Derdi Orospu !
Sofradaydık canım karım bana en sevdiğim yemeği yani pilav üstü et yapmıştı, bana halukcum tuzu uzatırmısın dedi, SEN KİMSİN LAN BENDEN TUZ İSTİYOSUN Aldım ekmek bıçağını, başladım buna sokmaya. Elim yüzüm kanlar içinde kalmıştı, sonra onun cesedinin başında saatlerce ağladım durdum. Karımı çok seviyodum, Onu hala yatağımın altında saklıyorum.
Bazen işten gelince onunla konuşup, bi kafamı dağıtıyorum.
O Benim Ölü'm..

21 Aralık 2008 Pazar

Barut


Ben Hunfrid, bir alman SS'iyim, Nazi olmayı kendim seçmedim
Hatta ne ilginçki nazilerden NEFRET ederim. Babam Meinyard Ulrich,
annem Gertie ulrich ama ben ulrichlerden değilim kısacası evlatlık
alınmışım ama bu konulardan fazla sözetmek istemiyorum.
Şimdi gel gelelim orduya nasıl girdiğime zamamında daha gençken,
Oturduğumuz köydeki abiler askerlerin haftada bir kez motivasyon
icabı hayat kadınlarıyla birlikte olduğunu söylerdi biz küçük
bir alman köyünde yaşıyoduk bolluk ne?!demek bilmezdik.
Askerlerin yemek yediği sofrada bir tek kuş sütü eksik derlerdi
Ballar reçeller yağlar ekmekler, Gözümün önüne geldikçe çıldırrrıcak
gibi oluyordum. Sonra ilerleyen yaşlarımda aileminde baskısıyla
birlikte Orduya katıldım. İlk zamanlar herşey günlük güneşlikti,
Eğitim meğidim derken rahat rahat geçiniyorduk, Taa ki Nazilerin
yani benimde içinde bulunduğum topluluğun gerçek yüzünü anlayana kadar
Ben ne kadar kalıplı olsamda vurdummu 3 adamı devirecek güçde olsamda
inanılmaz yufka yürekli biriydim ağlayan birini gördümmü içim cız
ederdi benimde gözlerim parlak parlak doluyordu. Haa demeyin senden
bi bok olmaz ! Olur oluur.. Hak yiyen birini gördümmü hemen yakasına
yapışırdım iki elimle boğazını kavrardım tabi yine o haldeki yüzünü
görünce yüreğim cız ederdi bırakırdım. Eğitimimi tamamladıkdan sonra
SS Subayı Dagoberto koluma vurarak artık sende bi iki yahudi
öldürebilirsin dedi aslında seçimim öyle değildi, aklımdaki plan
cephane taşıyıp akşamlarıda bol bol ziyafet çekmekti ilk
operasyonumuzda bi yahudi yatakhanesiydi bana uzun palto giydirdiler
koluma SS bandı bağlayıp kamyonun arkasına bindirdiler.
Kamyonla yola koyulmuştuk yollar engebeliydi kamyonun kasasındakiler,
Bi o yana bi bu yana sallanıyordu, tüfeğimi sabit tutmakta güçlük
çekiyordum, giderek yavaşladık yahudi yatakhanesinin önüne gelmiştik
herkes kamyonun kasasından ini verdi ben ne yapacağımı bilemeden
onlar gibi indim Subay Dagoberto kapıyı tekmeleyerek, elindeki
otomatik silahla bi düzüne yahudiyi katletti sonra başındaki
SS Simgesi olan şapkayı sağ eliyle yukarıya doğru kaldırdı HAİL HİTLER
Diye bağırdı. Bazı yahudiler yaşıyordu hepsini bi kenara dizdiler
Dagoberto bana baktı ben ona baktım, Hunfrid bugünkü şanslı kişi
sensin dedi, ilk başta ne demek istediğini anlamadım silahını çıkardı
silahına yukardaki lambadan gelen kısık ışık gözümü aldı bi an,
silahı elime aldım sonra Dagoberto'ya baktım. bana ''GEBERT HEPSİNİ
ASKER'' diye bağırdı silahı yahudilere doğrulttum, hepsini
ölüm korkusu sarmıştı birbirlerine bakıyorlardı bi tanesi bayılmıştı,
kimisi titriyordu ama içlerinden biri Dimdik duruyordu hepsinin önüne
geçti ne yapıcağımı bilemeden gözümü kapatıp şarjördeki bütün
mermileri sonuna kadar bitirdim her tetiği sıkışımda, yüzüme sıçrayan
kan damlalarını hissedebiliyordum ve her damlada kalbime bıçak
sokuluyormuş gibi bi acı hissediyordum Dagoberto beni iterek elimdeki
silahı aldı bunu mutfağa yollayın dedi bundan bi bok olmaz !
el çabukluğuyla şarjorü doldurarak kalan son iki kişiyide vurdu.
Kamyona bindik ve herkes bana bakıp gülüyordu.
İndiğimizde beni doğrudan mutfağa gönderdiler bi iki gün mutfakta çalıştıktan sonra
Subay Dagoberto beni yanına çağırdı, bana dönerek sen bi yahudi hayranımısın ?
Bilmiyorum neden öyle söyledim, Hayır efendim asla dedim.
Yüzüme baktı ve sırıttı aramıza yeniden hoş geldin Hunfrid dedi.
barakada bi gece geçirdikten sonra izin günüm gelmişti dışarıya çıktım amacım
Bir paket dunhill almaktı, dışarı çıktım bakkala doğru ilerledim
heryerden bi gürültü, patırtı hiç bişey yokmuş gibi yoluma devam ettim.
Yolun sonunda sola döndüm bakkal o taraftaydı döndüğümde küçük bi kız bana çarptı.
Ona doğru baktım kafasını kaldırdı bi an, hemen gözlerini kaçırdı.
koşar adımlarla ilerlemeye başladı, bakkala girip bi paket dunhill aldım.
Norveç sigaralarına bayılıyodum, hemen yandaki sokağa girince küçük kızın
karşıdaki yıkık dökük eve girdiğini gördüm.
Sanki birinden saklanırmış gibi telaşlı bi hali vardı..
Durumu anlamak için yıkık dökük eve doğru ilerledim, içeri girdiğimde
küçük kızı gördüm, İki dizini bitiştirmiş kafasını yummuş hüngür hüngür ağlıyodu.
Dayanamadım buna doğru ilerledim kolu beyaz bi bezle sarılmış, üstünde sim siyah uzun bi etek.
''Lü..lü...lüütfen bayım lütfen beni öldürmeyin'' diyodu bozuk almancasıyla yüreğim parçalandı tuz buz oldu.
Bune yiyecek bişeyler, getirmek için bakkala girdim, beni gören başka bi nazi askeri '' HAİL hitler '' diye bağırarak.
O ürpertici nazi selamını verdi bende aleyküm selam dedim, sonra bu bakkaldan hiç bişey almadan çekti gitti, benimde
bişey almaya gücüm yetmedi e malum memlekette, türkçesini hatırlamıyorum. Hehh.. Şey memlekette enflasyon var, bakkaldan
bişey alamadan çıktım, paltomun iç cebinde kalan yarım ekmeği çıkardım, ona vericektim, ilerledim evin kırık bölgesinden
içerde üç beş kişi vardı meraklandım yıkık eve doğru ilerledim ufak rampayı çıktıktan sonra karşımda evin içinde 3 tane
nazi askeri, küçük kızın kafasında bi kurşun deliği duvar kıpp kırmızı, görünce şok oldum ekmeği elimden düşürdüm sonra
beni fark etmesinler diye ilerledim, bem beyaz oldum ilerledim ilerledim arkama hiç bakmadan ilerledim, durdum ve hemen
dönüp arkama baktım bi iki kişiyi görür gibi oldum. Ama yok kimse yokmuş sonra devam barakaya doğru Subay Dagoberto
kapıda beni bekliyo '' Nerde kaldın be asker, hadi SS bandını tak ve bizle gel '' Dedi barakaya girip SS Bandımı aldım
koluma geçirdim, Nefret edermişcesine baktım SS Simgesine, sonra çıktım makam arabama, yani kamyonun kasasına bindim
Subay Dagoberto'ya ''Efendim operasyonamı gidiyoruz '' Dedim. Bana baktı güldü ve aniden suratını ekşitti ''Hayır, Führerimiz konuşma yapıcak bizde formalite icabı orda durucaz''
dedi, Küçük kızın o anını gördükçe daha çok kinle doldum. ''HAY SENİN FÜHRERİNE'' Demedim, sonra o sağında ve solunda uzun
Nazi işaretinin olduğu - SS - parlamento binasının önünde indik, hepimiz yerlerimizi aldık ve Führer dedikleri, yani
almancası ''Yol gösterici'' Konuşmasına başladı. Onun palavralarını dinledikçe, içim kinle doldu, çıldırıcak gibi oldum
bi an, sonra iradem dışı tüfeği ona doğrulttum ve bi el ateş ettim kafasına Taak.. !! Adolf hitler yere yığıldı, parlamento
binasının üstündeki martılar kalktı sonra donuk bi sessizlik, Baam.. diye bi kurşun darbesi tam kafamdan, beni vuran
Subay Dagoberto.. Sonra beni yahudi mezarlığına gömdüler.

Görünmezler


Ben Alp, 38 yaşında bir evim var. Benle yaşıt anlayacağınız. Geçenlerde aldım rakımı, geçtim abanın altına, kurdum soframı, rakımdan iki yudum alamadan bir şimşek çaktı gökte, durdum, bir gökyüzüne baktım, sonra doğruldum rakıma doğru.Düşen yağmur damlaları da bana müzik çalıyor,pıt..pıt..pıt. Sanki bana mesaj vermeye çalışan ritimler.
Ne olduysa o gece oldu, işte rakı bitti bir şişe daha rakı almaya doğru yola koyuldum.Biraz ilerledikçe yerde yatan birini gördüm. Sanki yaklaştıkça daha da belirginleşti bu beden, belirginleşti, belirginleştii, sonra baktım ki bu havada yerde yatan bir adam.

Dedim, “herhalde evsizin biri” yoluma devam ettim. Biraz ilerledikten sonra durdum, yapacağım iş değil hani. Döndüm arkamı adamın yanına gittim.

“Bi şeyin yok ya birader” demeye kalmadan dönüp kolumu tuttu,
''Ben görünmez miyim'' dedi. Herhalde aklını sıyırmış ''Yoo.. hayır'' dedim.
Kolumu bırakarak,

'' O zaman beni neden kimse görmüyo ''

Yavaşça ayağa doğruldu, kambur bir vaziyette karşımda duruyordu.Ayakkabılarının sol eşinin önü yırtılmış bir parmağı net bir şekilde gözüküyordu. Üstünde de yırtık pırtık bir takım elbise.
Bu kalkınca ben korktum tabi geri çekildim. Bu bana yalancık dan sırıttı ve arkasını dönerek ilerlemeye başladı, sonra koştu. Gittikçe karanlıkta yok oluyordu. Koşar adımlarla eve gittim, anahtarları cebimden çıkardığım gibi kilide soktum, hemeniçeri girip kapıyı kilitledim, yatağa uzandım.
Tavana bakarak kulağımda hala “Ben görünmez miyim, ben görünmez miyim” sesleri yankılanıyordu. Kapının kilitli olduğuna emin olmak için kalktım ve cama birisi tıklıyordu. Dondum kaldım. Sanki göğsümden ayaklarıma kadar bir şey indi. Benzim attı, kafamı yavaşça cama çevirdim. Camda kimseyi göremedim. Ah, keşke görseydim bu sefer.Daha da meraklanıp kapının kilidini usulca açtım. Kapıyı açar açmaz adam kapıyı itti, içeri girdi,

“Hemen kilitle beni takip ediyorlar” dedi.

Ne olduğunu anlamadan kapıyı kilitledim. Kaşlarım çatık bir şekilde adama döndüm,

''Kim takip ediyor ?'' dedim.
”Görünmezler, yani arkadaşlarım. Onların güzel ayakkabılarını çaldığım için beni öldürecekler” dedi.




Ayaklarına baktım, hala eski ayakkabıları.. Güzel ayakkabılar… Ne olduğunu anlamadan oturma odasına girdi. Pencerenin kenarındaki gitarıma baktı. Uzuun, uzun baktı gitara, sonra koltuğa oturdu, başını iki elinin arasına aldı, sonra kafasını kaldırarak bana baktı. Gözleri dolmuştu. Ucuz gitarımı aldı, iki tel tıngırdattı, sanki akort yaparmış gibi. Hiç sesimi çıkarmadan adamı dinliyordum.
Sonra başladı bir melodi tutturmaya. Ritimde yok, melodide. Kulağa da hoş geliyor hani. O çaldı, ben dinledim, o çaldı ben dinledim.Derkeeeen adam titremeye başladı. Hemen ayağa kalktım, yanına gittim. Adam sara krizi geçiriyor, elleri sımsıkı kenetli. Ellerini açtım, gittim soğan koklattım. Sanki Dünya ya yeniden gelmiş gibi yüzüme baktı anlamsızca.

Buna “aç mısın?” diye sordum.
Hiç bir yanıt vermedi. Bir süre sonra nezaketen “yoo.. hayır aç değilim” dedi ama açlıktan kokan nefesini evin önünden geçen biri bile fark edebilirdi. Buna güzel bir melemen yaptım. Bekar yaşıyorum, elim alışık tabi. Bu gayet kibarca ekmeği melemenebandırdı. Sanki her gün yediğim yemek nede olsa der gibi, ama lokmayı her yiyişinde yüzünün ifadesi değişiyor, nerdeyse şekilden, şekle giriyordu.

Bana,

“Çok sağ ol Alp” dedi, dondum kaldım. Adımı nerden biliyordu? Ama hiç bozuntuyavermezcesine “önemli değil” dedim, bir yandan kafamı kaşıyarak. Sonra ayağa kalktı. Arkasını dönüp kamburundan utanırcasına, kamburuna bakmaya çalıştı. Sonra benim önümde iyi görünebilmek için dik durmaya çalıştı. Ne kadar denese de olmuyordu ve çok belli oluyordu zorlandığı.

Yemek için “çok sağ ol Alp” dedi, yine dondum kaldım.

Bu sefer,

“Adımı nerden biliyorsun?” dedim.

Sadece sırıttı, hiç ses çıkarmadan kapıya doğru gitti, kapıyı açtı, kapıyı kapatırken rüzgarında yardımıyla kapı “Şıranggg”
..! etti. Evin açık penceresinden esen rüzgarmasanın üstündeki kitapların sayfaların kapağını açııp kapatıyordu. Kalktım camı kapattım hemen uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattığım gibi uyudum. Uyandığımda sehpanın üzerinde adamın yediği yemek ve hemen yanı başında gitar duruyordu.

Hava günlük güneşlik dışarıdaki yağmur birikintilerinden yansıyan ışık insanın gözünü alıyordu. Bir sürü anlam veremediğim ses kulağımı tırmalıyordu. O ıssız arazide ağaçların birbirlerine çarpıp muhabbet etmesi, hafif esen rüzgarın toprağı savurup muhabbete katılma çabası. Bir gerindim hiçbir şey yokmuşçasına.

Sonra, bizim eve babam beni ziyarete gelecekti bu gün. Babamı bekledim, babam geldi.

“Nasılsın oğlum”

“İyiyim baba”



“Bakalım hala tavlada kötü müsün?” dedi tebessüm ederek. Ben gayet ciddi bir şekilde tavlayı getirdim masanın üstüne koydum.

“Şırangg” diye açtım, pullar birbirlerine vurarak şıkırdadılar. Pulları dizdik sonra, başladık oyuna. Sonra telefonumu çaldı.
”Kusura bakma baba” diyerek masadan ayrıldım, içeri gittim. Telefonu çıkardım “kim arıyor” diye koskocaman “BABAM” yazıyor.
Dedim,

“Allah, Allah. Bu yaştan sonra adam benimi işletecek?”

“Evladım ben bu gün gelemiyorum kusura bakma. Bizim eski evin oradaki çok sevdiğin o Kadir amca vardı ya o rahatsızlanmış, onu ziyarete gideceğim istersen sende gel, dedi.

Hiçbir şey anlamadım, içerden de ses gelmiyordu. Kafamı salondan içeri uzattım, babam hala masanın başında bana bakıyor ama telefondaki babam hala konuşuyor. Hiçbir şey anlamadım. İçimde soğuk bir şey ayaklarıma kadar indi, gözlerim doldu, telefonu elimden düşürdüm, kekeledim “ba..ba.babaaaaaa “ diye bağırarak sonra bir çırpıda onu kenara iterek kapıyı açıp dışarı fırladım. Koştummm, koştum, koştuum hiç arkama bakmadan.

Biraz ilerledikten sonra bakkal meydanın orda insanlar vardı. Birinin etrafına toplanmışlar, o kadar kalabalıktı ki ne olduğunu anlamdan insanları itiştirerek aradan kafamı uzattım.Yerde yatan o adam, geçen geceki güzel ayakkabıları olan adamdı. Evime bir daha giremezdim, arkadaşımda kalacaktım. Arkadaşım Sinan’ın evine gittim soluk soluğa. Sinan ne olduğunu sordu,

“Sonra anlatırım bir bardak suyun var mı Sinan” dedim.
”Gel içeri, gel”

Bir bardak su koydu bana. Yanmışçasına bardağı diktim, sonra Sinan’a uzattım. Bir bardak daha koydu. Suyu içince rahatladım. Bardağı masanın üstüne koyarak salona geçtik. Sinan’a olup bitenleri heyecanlı bir şekilde anlattım.Sinan kahkahalara boğuldu.

“Kimi yiyosun lan sen, inanır mıyım sanıyosun gerizekalı” dedi gülerek.

“Lan Alp hala makara kikiriylemi uğraşıyosun” dedi.

“İnanmayacağını zaten biliyordum” dedim.

Sonra dışarı çıktık, Sinan’ın sevgilisi Seda ile bir kaffeye oturduk. Çay içtik öyle havadan sudan boş, boş muhabbetler ettik. Yine siyasete girdik, Sinan yine bağırdı, gece olmuştu. Sinan’ın evine geçtik, bana battaniye ile yastık verdi. Geçtim salona, çektim battaniyeyi üstüme “ohh” güvendeyim üstümde kalın battaniye. Adeta kendimi bir kalede hissediyorum, uykuya daldım.
Rüyamda evimin kapısı açık, kapının önünden anlam veremediğim bir sürü yüz geçiyor ve hepside ''KENDINE ZIYARETÇILER YARATTIN ALP'' diyorlardı. Çığlıklar içinde uyandım.


Sinan sesime uyanıp yanıma geldi. Gecenin yarısında bir yandan bana bakarak camı kapattı, sonra karşıdaki koltuğa oturdu ve usulca,

''Durum ciddi galiba'' dedi. “Gecenin bir yarısında çığlıklar atıyosun. Bana anlattığın onca anlamsız şey, oğlum sen yarın bi psikologa görünmelisin”

Kendimi anlamsız hissediyordum ve Sinan bile bana inanmıyordu. O yüzden ona kızgındım.

“Kusura bakma Sinan sana da rahatsızlık verdim” dedim bir yandan paltomu omzuma geçirerek. Sinan anlamsız bir ifadeyle yüzüme baktı,

“Ne rahatsızlığı ya Alp, bana rahatsızlık verdiğini mi düşünüyosun” dedi.
Kapıya doğru yürüdüm, kapıyı açtım kapıyı açtığımda dışardan gelen soğuk ve korkunç rüzgar saçlarımı geriye taradı. Ben giderken Sinan ayıbını kapatmaya çalışırmışçasına,

“Aaalp, istediğin zaman gelebilirsin. Kapımız sana her zaman” dedi ve devamıgelmeden rüzgar kapıyı kapattı.

Etrafta hiç insan yoktu, inanılmaz ıssız bir yerdi. Sanki korku filmindeki gibiydi. Eve doğru yol aldım bizim evin yolunda büyüük bir çınar ağacı vardır, çınar ağacı uzaktan bana göz kırpar gibi geldi sanki. Artık beynimi yitirdiğimi düşünmüşken mendil satan bir çocuk geldi bu saatte, mendil satan bir çocuk.Bana uzaktan yaklaştı sol eli cebindeydi,

''Abi mendil alır mısın dedi'' cebinde bıçak olabileceğinden şüphelendiğim için,
”Ver ya iki mendil” dedim mendili verdi sonra para istemeden aşağı doğru yürümeye başladı. Kafayı yiyecek gibiydim.
“Hay allahım bu çocuk neden benden para istememişti!” Sanki bir şeyler aklımda soru işaretleri oluşturmaya çalışıyordu.Acayip kararsızdım eve geri dönme konusunda. Hani korku filmlerinde derdim ''Lan salak işte katil orda niye geri dönersin ki oraya?'' Ama bu sefer aynını ben yapıyordum.
İlerledim, ilerledim etraftaki bütün evlerin ışıkları kapalıydı. Herkes uyuyor, hiçbir yerde bir insan yok keşke olsa kendimi güvende hissedebilsem. Çöp arabasını bekleyenbirikmiş çöpler ve onların kıyafetleri olan poşetler esen rüzgarla birlikte kulak tırmalayıcı bir ses çıkarıyordu.
Eve doğru ilerledim bahçenin kapısı yarı açık beni bekliyordu. Evin kapısı da aynen benim oradan kaçtığım gibi duruyordu. Ayaklarım yere basmıyordu, resmen titriyordum. Kapıyı sakin bir şekilde açtım, hemen masanın üstünde tavla ve pulları duruyordu.
Geçen günden kalan tavlaya bakıp, dona kaldım. Göğüs kafesimin içinde bir şeyler zig zag edip bir oraya, bir buraya çarpıyordu.Daha önce hiç yaşamadığım bir duygu bu. Evde bir ses olmasını istiyordum, yoksa kafayı yiyecektim. Gittim, hemen televizyonu açtım. Gece haberleri yine siyasiydi, kömürcülerin konuşmalarından tut, iyi reflekslere sahip olan eski Amerikan Başkanına kadar hepsi vardı. Sonra bir haber gördüm, gece geç saatte yangın çıkan evde ölenlerin kimlikleri otopside tespit edilemediği için, bu evde oturanın yakınlarını arıyorlardı. O EV BENIM EVIMDI, ŞUANDA İÇİNDE BULUNDUĞUM.



Ama evde yangın filan olmamıştı. Sonra evimi gördüm, dışardan küller içinde kalmış ve tek tavla pulları bir oraya, bir buraya dağılmıştı. Beyaz bir tavla pulu kalmamıştı hepsi kül olmuştu sanki. Sadece siyah renkli tavla pulları varmış gibiydi. Kalktım hemen tavla pullarına baktım, siyahlar babamın oynadıklarıydı, beyazlar benimki ve baktığımda babambir hamle sonra beni yenecekti. Sonra televizyondan hemen haber muhabiri canlı yayına bağlandı, yine bizim evdi, evde bir yangın daha çıktı dedi.
İtfaiyeler yangın etrafa yayılmasın diye söndürmeye başlamışlardı. Hemen telefonla Sinan’ı aradım, çaldı, çaldı, çaldı açan yoktu. Telefonu bir daha aradım Sinan aniden açtı,

“Aaalp iyi misin” dedi “sana bişey oldu sandık”
”Eee Sinan dedim bak iyi dinle buna da mı inanmayacaksın. Bu gün daha demin sendeydim ben, sendeyken evimde yangın çıkmış evde benden başka kimse yaşamıyodu. Evden ceset torbalarıyla ölüleri götürmüşler. Benim evimde benden başka kimse yaşamıyo ki. Hem senden çıkıp eve girdim şimdi televizyonda benim evimde çıkan ikinci bi haberi daha izliyorum” dedim.

Sinan gayet şaşkın bir şekilde,

“Eee Alp, sen en son bana iki hafta önce uğradın, dünde bana uğramadın” dedi dondum kaldım.
Sanki her şey, her şey beynime birer darbe yapıyordu. Başım şişmişti, kulaklarım kızarmıştı, sonra,

“Sen şu anda nerdesin” dedi,

Evdeyim ama nedense ona nerde olduğumu söylemek istemiyordum. Artık kimseye en ufak güvenim kalmamıştı. Telefonu Sinan’ın yüzüne kapattım.Pencereye doğruldum, perdeyi elimle itip küçük bir kenardan dışarıya baktım, itfaiye filan yoktu. Kapıyı açıp evden çıktım hemen. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Sinana’da gidemezdim ama başka bir çarem yoktu.
Sinanların evinin önüne gittim, kapıyı çaldım. Yaşlı bir amca çıktı,

“Kime bakmıştın yavrum” dedi öyle bir demişti ki sanki bu saatte “ne uyandırıyorsun be serseri” dermiş gibi.
”Amca Sinan’a bakmıştım ama” dedim.

“Sinan minan oturmuyo burada” dedi.
Arkadan bir kadın sesi,

“Hüseyiiin kim bu saatte gelen” dedi.
”Tamam amca kusura bakma” dedim sırtımı kapıya çevirip bir an durdum, sonra arkamı dönüp kapıya yeniden baktım, aklımı kaçıracak gibiydim. Sonra o mendil satan çocukla birlikte abisi geldi, iki eliyle yakamı tutup,

“Mendilleri çocuktan alıp parasını vermeden kaçmışsın” dedi.



Bir yandan gün yeni doğuyordu. O hafif aydınlığın ve sabahın soğuğu nerden yakaladıysabenim dikkatimi yakalamıştı. Doğan günün ışığı beni o kadar rahatlatmıştı ki anlatamam. Işığa bakmaktan adamın ne söylediğine bile dikkat etmedim. Yakalarımda iki el varken bile sonra bunu itip,

“Ne oldu birader” dedim “ver lan çocuğun parasını” dedi. O kadar rahattım ki sanki bir güven gelmişti. Zafer sarhoşu olur ya insan, güven sarhoşuydum bende. o an cebimden çıkarıp bir yirmilik verdim. Gittim bir banka oturdum yavaş, yavaş evlerinden çıkan koyun sürüleri işlerine gidiyorlardı. Bir rahatladım, bir rahatladım sormayın “simiiiiiitçiii” diye boğuk bir ses geliyordu. Yukardan paltosunu giymiş, kafasında beresi simit arabasını itiyordu.

“Usta bir simit ne kadar” dedim.

“Beş yüz bin ağabeycim” dedi verdim parayı, aldım simidi bir yandan simidi yedim, diğer yandan akşam olunca üstümden gidecek olan rahatlığımın tadını çıkardım.
Evet sonra kendim bir psikologa görünmeye karar verdim. Ertesi gün için Taksimdeki psikolog Faruk beyden randevu aldım. Sonra ben parktayken yanıma bir kız oturdu. Adı Sibel, direk bana “sigaran var mı” dedi.
”Yok sigara kullanmıyorum” dedim onun yüzüne bakmayarak gayet soğuk bir şekilde.

“İyii tamam” dedi parktan ayrıldı, aşağıya doğru yürümeye başladı üstü başı yırtık, pırtık bir şekilde, anlayamadım.
Gece ne yapacağımı düşünüyordum. Hava kararınca yine beni bir korku basacaktı. Nereye gideceğimi bilemiyordum. Sinanlarda kalamazdım, evimde hiç !Bir otele gitmeye karar verdim. Önce otelin lobisinde oturuyordum, sonra yanıma otel görevlisi geldi,
“Merhaba” dedi “sizin için çok güzel bir odamız var”

“Tamam” dedim “odaya çıkalım o zaman” birden insanlar bana döndü, bana anlamsızca baktılar. Bir yandan korkmuş bir şekilde “Allah, Allah” dedim “acaba üstümde başımda bi şeyler mi var, pantolonum filanmı yırtıldı bunlar bana bakıyo” hemen tuvalete girdim aynadan üstüme başıma baktım hiçbir şey yoktu.Suyu açtım “fışşş” etti üstüme sıçradı biraz, aldırmadım. “Odama gidince silerim” neyse çıktık odaya. Az bir şey bahşiş verdim gitti. Yatakta rahat pamuk gibi, insan üstüne yattıkça içine gömülüyor. Ağrıyan sırtlarım rahatladı, gözlerimden uyku akıyor.

Gözümü kapattığım gibi uyudum o kadar çok uyumuşum ki o rahatlıkta, o güvendesabah kalktığımda randevumu nerdeyse kaçırıyordum. Hemen dünkü kıyafetlerimle yattığım gibi, kalktım koşa, koşa otelin önüne çıktım. Otelin parasını önceden ödediğim için herkes rahat tabi. Taksiye atlayıp Taksime gittim. Telefonla Faruk beyinsekreterini aradım psikologun yerini öğrendim. Kapıyı çaldım, apartman gibi bir yerdi. Kapı açıldı, yukarı çıktım koşar adımlarla. Bekleme odasında bekliyordum yanıma bir adam oturdu. Bana,

“Seni ilk defa görüyorum buralarda” dedi. En başta korktum ne yalan söyleyeyim. Öyle baba yiğit birisi değilim aslında korkmamam gerekir. Sonuçta bir hastalık, onlar canavar değil ya, sadece hastalar herkes gibi insan hepsi.



Faruk beyin odasına girdiğimde gayet sıcak karşıladı beni koltuğa oturdum. Bir kaç soru sordu, neden geldiğimi sordu, her şeyi anlattım nefes almadan. Bir çırpıda panikle, endişeyle anlatırken içimde yaşadım aynı durumları yeniden. Aynı duyguları yaşarken de ister istemez koltuğun kolçağını sıktım sol elimle.Faruk bey bir kaç resim gösterdi bunları tanımlamamı söyledi. Önce bisiklet, sonra bir girdap gösterdi, sonra sadece bir leke,
”Burda ne var” dedi

“Bir kız çocuğu var” dedim, her şeyi not aldı, notlarını okudu, okudu, okudu. Bana dönüp,

“Son zamanlarda büyük bir sıkıntınız oldu mu” dedi “bi depresyona neden olabilecek?”

“Hayır dedim, hayatım günlük güneşlikken böyle şeyler oldu”
Sessiz bir şekilde “off “çekti ama belli oluyordu. Gözlüğün çıkarıp masanın üstüne koydu,

“Alp bey” dedi bir iki saniye durdu “sizdeki durumlar şizofreni hastalığının belirtileri dedi.
Dondum kaldım. Kalp atışlarım at yarışındaki atlar gibi hızlandı, kafamda milyonlarca düşünce birbirlerine çarpıp duruyordu. Bu bende kararsızlık yaratıyordu. Kafayı yiyecek gibiydim boğuk bir ses tonuyla,

“Nası yani Faruk bey, ben şizofren miyim şimdi?” dedim.
Faruk bey,

“Tam olarak öyle söyleyemem ama bu durumlar şizofrenliğin belirtisi” dedi “size yazacağım bazı ilaçlar var onları içerdeki görevli hanımdan alabilirsiniz” dedi sanki ağır çekimdeymiş gibi kapıyı açtım, bir durdum soluk aldım Faruk bey'e baktım, oda bana baktı “ne oldu” dermiş gibi sonra çıktım. Yavaşça kapıyı kapattım.
Adımlarım yavaşlamıştı, oturma odasının önüne geldim, bir durdum, içerdeki insanların yüzlerine baktım sonra ilaçları filan sormadan kendimi dışarıya attım. Dışarıdaki insanlar herkes telaşlı, neşeli, sevinçli, umutlu bir yerlere gidiyorlardı. Kendimi inanılmaz bir şekilde boşlukta hissediyordum. Ben eskiden hiç üşümezken hava birden soğuk geldi bana. Gözlerim ister istemez boş, boş dalıyordu. Konuştuğum insanların kaçı gerçekti, kaçı hayal ürünüydü bilmiyordum.İşte bana bu koyuyordu. Seviştiğim insanların kaçı gerçek, kaçı hayal ürünü yada can ciğer arkadaşlarım hayal miydi hiçbir şeyi ayırt edemiyordum. Sanki gerçeklikle hayalin saydamlığının ortasındaydım. Kafamı sağa çevirsem hayal, sola çevirsem gerçek ama kafamı hangi yana çevirdiğimi bende bilmiyordum.
Ben çıktıktan hemen sonra arkamdan birisi daha geldi bana döndü,

“Ben de bu hastalığımı ilk öğrendiğimde senin gibi olmuştum” ama benim hastalığımı nerden biliyordu?Bütün olanlara kafam takılmamıştı da buna mı takılacaktı. Hayır, hiç ilgilenmedim nerden bildiğiyle.

“Bi kaffeye gidip çay içelim mi? Dedi,

“Tamam” dedim “olur” boş bir surat ifadesiyle kafeye oturduk. Bana dedi ki,

“İnsanlar bizden neden nefret ediyo. “Yani” dedi “ben ister istemez hayallerimle sohbet ediyorum ama bu benim elimde olan bişey değil. Hiç kimse benle arkadaşlıkkurmuyo, hiç bi kızla birlikte olamıyorum. Nereye gitsem hiç bi insan bana saygı duymuyo. Bana pislik muamelesi yapıyolar” dedi.



Ardından birine “hoş geldin” dedi ve sandalyeyi hafif geri çekti. “Buyrun oturun” dedi ama orda kimse yoktu. Dışarıdan bende mi böyle görünüyordum? Biriyle konuştu, konuştu herkes ona bakıyordu. Bazı insanlar masalardan kalkıyorlar, bazı insanlarda bakışlarını alamıyorlardı. Görevli arkadaş geldi,

“lütfen kalkar mısınız insanlar rahatsız oluyor” dedi.
Görevliye baktı, sonra da masada konuştuğu kişiye doğru baktı ama oda kimseyi göremedi, dondu kaldı. Etrafına kafasını çevirdi, bütün insanlar onu bakarken hemen muhabbet edermiş gibi yapmaya başladılar, gözlerini ondan kaçırarak. Ayağa kalktıbana baktı, gözünden bir damla yaş aktı, bir beş on saniye öyle durdu ama hayatımın en uzun anı gibi geldi bana, sonra insanlara döndü,

''BEN GÖRÜNMEZMİYİİİİİİİM? '' dedi, ardından iki görevli onu ite kakalaya dışarı çıkardılar. Çevrede bir sessizlik oluştu. Herkesin yüzüne bir suçluluk büründü, herkes anlamsızca birbirlerine baktılar…