28 Ocak 2010 Perşembe

Siyah ruj

Ellerim üşüyor, avuçlarım tıka basa kar dolu gibi...
yüzüm kıpkırmızı, yüzüm. yüzüm şömüneye dönük oturur gibi, kırmızı...

Kendime bile söyleyemiyorum.
Kendi yüzüme...
Aynada kendime bakamıyorum, tuvalete girerken başım öne eğik.
nerede ayna görsem başımı çeviriyorum süratle,
bu kelimeler...
çok zor söylemesi kendime.

Yüreğime bir fırtına, bir okyanus çılgınlığımı hakim olmalı,
yoksa fırtına öncesi sessizliğimi, bilemiyorum.
Ama ben susuyorum sadece, düşünmekten başım şişmiş,
alnım, sıcak zavallı alnım çaydanlık gibi pişmiş.

Daha sonra oturduğum yerden hızlıca kalkıp aynanın karşısına geçiyorum,
aynanın karşısında ki utançla bakıyor gözlerimin içine,
kendimi değil, sanki başka birini görüyorum aynada.
Yüzünü çeviriyor aynada ki, ben aynaya bakıyorum, onun sola doğru dönen başına.

“SEN, BİLİYOR MUSUN NEDENİNİ?“ diyorum aynadakine, utangaç,
başını iki yanına sallıyor, iki elinin arasına alıyor başını,
başlıyor ağlamaya...
“Ağlama“ diyorum, “ağlama sen benim için çok önemlisin“
Gözlerinden zorla çıkan bir iki damla yüzüne yapışmış, sırıtıyor sadece.

Kendime özür dileyip aynanın başından kalkıyorum.
Camı açıp gökyüzüne bakıyorum...
Gökyüzünde biraz ben varım, biraz köpek, biraz kedi var, azcık da sizden, birbirimize bakıyoruz gökyüzünden.

“BENİ ALDDATTIII“.
Bedenim ast üst oluyor, yere yığılıyorum dalgalanarak,
deniz dalgalanıyor halime korkarak.
başım betona çarpmış, zavallı bedenimin yarısı yumuşak halının üzerinde.
Bilincimin farkındayım ama kalkmıyorum yerden, kalkınca yeniden karşılaşacağım sorularla.
halının işlemeleri belimi kaşındırıyor hafiften, başımda inceden bir acı.

YERDE BAĞIRIYORUM BU SEFER, SESİMİN ÇIKTIĞI KADAR “BENİİİİİİİİİİ ALDDATIIIIII“
KAFAMI HAFİF KALDIRIP AYNAYA BAKIYORUM,
“NEREYE BAKIYORSUN AYNADA Kİ ZAVALLI ADAM, EVET SENİ ALDATTI, BİZİ, BENİ ALDATTII“



İntihar etmeden önce ki sözlerimdi bunlar, hani bedenimi bulmuşlardı,
bileğini kesmek yerine, bütün sol elini koparan, suçlu olan sağ elim, zavallı olan sol elim.
Zavallı olan benim.

İki ayrı şey bulmuşlardı eve girdiklerinde,
Bir el ve elin sahibi.
Nasıl da köle zincirlerini kırıp kurtulmuştu benden,
bana bunca yıl hizmet eden sol elim, özgürdü, benim gibi ölü... ama özgür.

İçeri girdiklerinde aynada ki bana bakıp ağlıyordu, çığlıklar atıyor çaresizce etrafına kesik bakışlar atıyordu.
Aynadan çıkıp beni kurtarmaya çalışmıştı ben kan kaybederken, “sağol“ demiştim ona, “seni çok seviyorum, sağol, bırak öleyim“

Cenazemde o“da vardı, belki sırf nezaketen katılmıştı cenazeme.
Siyah ruju hafif kaymıştı, belli ki gene onu öpmüştü buraya gelmeden önce.
“İki buçuk saat sonra hamburgercilerin önünde buluşuruz“

Birbirimize sarılıp uyurken, “Beni sakın bırakma... sakın“ diye fısıldamıştı ben uyuyorum sanıp.
birden aklıma geldi...
Beni delicesine severken, şimdi cenazemde kendini sıkıyordu yalancıktan ağlamak için,
Siyah ruju pişkin pişkin sırıtırken sol elime...