Bedeni yüzüstü düşmüş
gözlerinden üzüntü düşmüş
ağzında yarım kalmış bir slogan ile
yatıyordu yerde
cepleri manifestolarla dolu
kahverengi gözleri sonbaharı
gözyaşları dökülen yaprakları andırıyordu.
Sürekli binbir türlü şey üzerine düşünür, binlerce yazı yazardı.
Amacı insanlara anlayış denen erdemi aktarmakdı, yani yıllarca bunun için uğraşmıştı rıfat.
çünkü herşeyden önce, bütün bilgilerden, en güzel sözlerden önce, çevresindekilerin birbirini anlamsını istiyordu.
sanki topluluk birbirini anlayınca, sorunların büyük bir bölümü çözülecekti, aslında biraz da anlaşılmak istiyordu.
Üzerinde, 'kabataş belediyesi' yazan bir çöp tenekesine tutunarak kalktı düştüğü yerden.
bir şeylerin tepesine çıkıp anlayış üzerine yazdığı bir iki şeyi mırıldanmak geçti ağzından... boşverdi.
'Nasıl olsa anlamayacaklar' dedi, 'Yada ben mi anlayışsız davranıyorum?' diye sordu kendine.
Fındıklı parkına geçmek için, trafik lambasında yürüyormuş gibi yapan yeşil adamı bekledi...
yedi sekiz saniye boyunca bekledi kıpırdamadan ve konvoy halinde geçmeye başladılar karşıya.
Kendi dahil çevresinde ki herkesi yürüyormuş gibi yapan yeşil adama benzetti.
Fındıklı parkına ulaştı sağ salim, bir 'Oh' çekti, arka cebine attı elini tarağını çıkarmak için, sonra vazgeçti, rüzgâr nasıl olsa bozacaktı saçlarını.
Bir sigara çıkardı ceketinin iç cebinden, ellerini siper etti kurşun gibi esen rüzgâra, sigarasını yaktı.
'Artık yazmayacağım' diye geçirdi içinden, yazsam da yazmasam da kimsenin değer gösterdiği yok dedi.
Bir midyeci gördü, yanında bir simitçi, çaylarını içen insanları gözledi, içi gıcırdadı, 'Değer kazanmak için değil, değer katmak için yazıyorum' dedi.
Hemen ardından yazmak için bir iki şey geldi aklına, gurur duydu daha demin söylediği güzel sözden, bu onu bir iki hafta idare ederdi.
Arka cebine attı elini, bir iki dişi kırık tarağını çıkardı, rüzgârın saçlarını bozacağını bile bile taradı saçlarını.
Rüzgâr herkesin saçını aynı anda bozdu...
8 Şubat 2010 Pazartesi
İki
Bütün iş yerinde ki en rahat koltuk onundu. Boynunu kıtlattı ismet, sonra teker teker parmaklarını, oturmaktan yorulan ayaklarını
baldırına doğru çekti, acı gibi birşey hissetti, ama keyif aldı bu rahatlatan acıdan.
Utangaç utangaç sırıtıp tavana bakarak, karısına ne hediye alacağını düşünüyordu, bir iki hediye geçti aklından...
”Bir değil bin hediye feda olsun bir tanemee...” diyerek boynunu kaşıdı.
O sırada başka bir adam kayıyordu karısına, ”yüzük parmağınla kayışımı okşa” dedi adam homurdanarak, sonra bir kahkaha attı ardından.
Karısı öptü adamı boynundan, dediğini yaptı...
İsmetin önüne evraklar geldi, hiç oflamadan doğruldu rahat koltuğunda, evrakları incelemeye başladı,
karısını pirensesler gibi yaşatmak için zevkle okudu her harfi.
O sırada ”Ihhhhh” diye bir ses yükseldi, adam bir yudum aldı şaraptan, yüzü ekşidi.
Karısı sakalını sildi adamın, ”Hadi bebeğim yorulmazsın sen” diyerek gülümsedi,
”Kocan mı sandın beni?” dedi, gülüştüler.
Yataktan halıya indiler, kocasıyla birlikte seçip beğenip aldıkları halıda ateşli tavşanlar gibi düzüşmeye devam ettiler.
Adam hayatında bozguna uğradığı her anın intikimını alır gibi düzüşüyordu kadınla, kadının da hoşuna gidiyordu bu durum.
Kafasını kaşıdı ismet, ”Bitti” dedi, hemen ceketinin iç cebine attı elini, telefonuyla yardımcısına karısına alacağı hediye için talimat verdi.
Karısının hediyeyi görünce yüzünde oluşacağı ifadeyi hayal etti zihninde, ”Ha” diye gülecek gibi oldu, ağzını kapattı eliyle, gözleri parladı.
İki etin birbirine çarpma sesi, duvarlara çarpıp geri dönüyordu odanın içinde.
Adam uzun bir çığlık attı, karısının saçını çekip kendine doğru eğdi, öptü dudağından.
Çıkardı kayışını ve boşaldı kadının dört bir yanına, götünden damla damla döl akıyordu halıya, olduğu yere yığıldı kadın,
elleriyle mayhoşca dağınık saçlarını geriye attı, ”Bebeğiiim”, ”Bebeğiiiimm” diye sayıkladı nefes nefese.
Adam bir öpücük kondurdu kadının boynuna, pantolununu giydi hızlıca, koşar adımlarla kapıdan dışarı çıktı.
Kadın yerde nefes nefese, rujunun yarısını adamın kayışında unutmuş sırıtıyordu...
İsmet açtı kapıyı elinde hediye ile, gözüne dökülmüş şarap kadehleri ve çıplak karısı çarptı, gözleri kocaman oldu aniden.
Önce hediye alacağımı öğrendi o da bana süpriz yapıyor diye düşündü, iyi de nereden öğrendi? dedi hızlıca, sonra yeni duş aldı herhalde dedi
binlerce düşünce geçti aklından bir iki saniyede. Karısı telaşla fırladı yerinden saçları dalgalanarak tuvalete koştu, kiltledi kapıyı,
peşinden koştu ismet, ”Hayatım neyin vaar?” diyerek yumrukladı kapıyı, ses gelmedi, devam etti yumruklamaya.
Ardından biri onun ismini söylemiş gibi arkasına döndü hızlıca, ilerledi, odadan içeri girdi, iki tane şarap kadehi vardı, elleri titriyordu ismetin, gözü halıda ki parlaklığa çarptı
uzun uzun baktı halıda ki döllere, odada ki ter kokusu ciğerlerini yaktı olduğu yere yığıldı ismet, hemen kalktı ardından, avına koşan kaplan gibi koştu tuvaletin kapısına doğru, kapının üzerine atlayıp
kırdı kapıyı, kafası musluğa çarptı, korkunç bir çığlık attı karısı götünde ki dölleri temizlemeye çalışırken, kan sızıyordu ismetin kafasından. belinden yere düşen silahına uzandı, aldı silahı, karısı koşarak çıkmaya çalıştı odadan.
Daha demin birbirine çarpan et seslerini yankılayan duvar silah sesini yankıladı bu sefer.
Kadın vurulduğunu sanıp dondu olduğu yerde, arkasını döndü, kocasının omzundan kan akıyordu hızlıca, ismet kalbine sıkmaya çalışıp başaramamıştı, omzuyla kalbinin ortasından vurmuştu kendini.
Kadın kocasına bakarak dondu heykel gibi, sonra koştu kocasına doğru, ismet anlamsızca boşluğa bakıyordu, nefesi yavaşlamıştı.
Kafasını karısına çevirdi yavaşca, gözünden bir damla yaş aktı, mermere doğru inen yaşı izledi kadın, yavaşça düştü yere, kafasını çevirdi başka bir yöne.
sürünerek kocasına ilerledi, titrek elini kurşun yarasının üstüne koydu ağlayarak, kocasının yanına uzandı, sarıldı ona, göz yaşları ismetin göğsüne düştü damla damla, göz yaşları kurşundan bile çok acıtıyordu ismeti.
”Seni çok seviyorum” dedi ismet son gücüyle, daha çok ağlamaya başladı kadın, ”Şşş ağlama, ben seni affettim” dedi ismet, ardından gözlerini yumdu karanlığa.
Kadın avcuna aldı silahı kanlı eliyle, kuşkusuzca kendi kafasına dayadı, çekti tetiği...
Birbirinin üzerin de iki boş kovan, birbirinin üzerinde iki dolu yürek.
Kan, döl ve gözyaşı birbirine karıştı...
baldırına doğru çekti, acı gibi birşey hissetti, ama keyif aldı bu rahatlatan acıdan.
Utangaç utangaç sırıtıp tavana bakarak, karısına ne hediye alacağını düşünüyordu, bir iki hediye geçti aklından...
”Bir değil bin hediye feda olsun bir tanemee...” diyerek boynunu kaşıdı.
O sırada başka bir adam kayıyordu karısına, ”yüzük parmağınla kayışımı okşa” dedi adam homurdanarak, sonra bir kahkaha attı ardından.
Karısı öptü adamı boynundan, dediğini yaptı...
İsmetin önüne evraklar geldi, hiç oflamadan doğruldu rahat koltuğunda, evrakları incelemeye başladı,
karısını pirensesler gibi yaşatmak için zevkle okudu her harfi.
O sırada ”Ihhhhh” diye bir ses yükseldi, adam bir yudum aldı şaraptan, yüzü ekşidi.
Karısı sakalını sildi adamın, ”Hadi bebeğim yorulmazsın sen” diyerek gülümsedi,
”Kocan mı sandın beni?” dedi, gülüştüler.
Yataktan halıya indiler, kocasıyla birlikte seçip beğenip aldıkları halıda ateşli tavşanlar gibi düzüşmeye devam ettiler.
Adam hayatında bozguna uğradığı her anın intikimını alır gibi düzüşüyordu kadınla, kadının da hoşuna gidiyordu bu durum.
Kafasını kaşıdı ismet, ”Bitti” dedi, hemen ceketinin iç cebine attı elini, telefonuyla yardımcısına karısına alacağı hediye için talimat verdi.
Karısının hediyeyi görünce yüzünde oluşacağı ifadeyi hayal etti zihninde, ”Ha” diye gülecek gibi oldu, ağzını kapattı eliyle, gözleri parladı.
İki etin birbirine çarpma sesi, duvarlara çarpıp geri dönüyordu odanın içinde.
Adam uzun bir çığlık attı, karısının saçını çekip kendine doğru eğdi, öptü dudağından.
Çıkardı kayışını ve boşaldı kadının dört bir yanına, götünden damla damla döl akıyordu halıya, olduğu yere yığıldı kadın,
elleriyle mayhoşca dağınık saçlarını geriye attı, ”Bebeğiiim”, ”Bebeğiiiimm” diye sayıkladı nefes nefese.
Adam bir öpücük kondurdu kadının boynuna, pantolununu giydi hızlıca, koşar adımlarla kapıdan dışarı çıktı.
Kadın yerde nefes nefese, rujunun yarısını adamın kayışında unutmuş sırıtıyordu...
İsmet açtı kapıyı elinde hediye ile, gözüne dökülmüş şarap kadehleri ve çıplak karısı çarptı, gözleri kocaman oldu aniden.
Önce hediye alacağımı öğrendi o da bana süpriz yapıyor diye düşündü, iyi de nereden öğrendi? dedi hızlıca, sonra yeni duş aldı herhalde dedi
binlerce düşünce geçti aklından bir iki saniyede. Karısı telaşla fırladı yerinden saçları dalgalanarak tuvalete koştu, kiltledi kapıyı,
peşinden koştu ismet, ”Hayatım neyin vaar?” diyerek yumrukladı kapıyı, ses gelmedi, devam etti yumruklamaya.
Ardından biri onun ismini söylemiş gibi arkasına döndü hızlıca, ilerledi, odadan içeri girdi, iki tane şarap kadehi vardı, elleri titriyordu ismetin, gözü halıda ki parlaklığa çarptı
uzun uzun baktı halıda ki döllere, odada ki ter kokusu ciğerlerini yaktı olduğu yere yığıldı ismet, hemen kalktı ardından, avına koşan kaplan gibi koştu tuvaletin kapısına doğru, kapının üzerine atlayıp
kırdı kapıyı, kafası musluğa çarptı, korkunç bir çığlık attı karısı götünde ki dölleri temizlemeye çalışırken, kan sızıyordu ismetin kafasından. belinden yere düşen silahına uzandı, aldı silahı, karısı koşarak çıkmaya çalıştı odadan.
Daha demin birbirine çarpan et seslerini yankılayan duvar silah sesini yankıladı bu sefer.
Kadın vurulduğunu sanıp dondu olduğu yerde, arkasını döndü, kocasının omzundan kan akıyordu hızlıca, ismet kalbine sıkmaya çalışıp başaramamıştı, omzuyla kalbinin ortasından vurmuştu kendini.
Kadın kocasına bakarak dondu heykel gibi, sonra koştu kocasına doğru, ismet anlamsızca boşluğa bakıyordu, nefesi yavaşlamıştı.
Kafasını karısına çevirdi yavaşca, gözünden bir damla yaş aktı, mermere doğru inen yaşı izledi kadın, yavaşça düştü yere, kafasını çevirdi başka bir yöne.
sürünerek kocasına ilerledi, titrek elini kurşun yarasının üstüne koydu ağlayarak, kocasının yanına uzandı, sarıldı ona, göz yaşları ismetin göğsüne düştü damla damla, göz yaşları kurşundan bile çok acıtıyordu ismeti.
”Seni çok seviyorum” dedi ismet son gücüyle, daha çok ağlamaya başladı kadın, ”Şşş ağlama, ben seni affettim” dedi ismet, ardından gözlerini yumdu karanlığa.
Kadın avcuna aldı silahı kanlı eliyle, kuşkusuzca kendi kafasına dayadı, çekti tetiği...
Birbirinin üzerin de iki boş kovan, birbirinin üzerinde iki dolu yürek.
Kan, döl ve gözyaşı birbirine karıştı...
28 Ocak 2010 Perşembe
Siyah ruj
Ellerim üşüyor, avuçlarım tıka basa kar dolu gibi...
yüzüm kıpkırmızı, yüzüm. yüzüm şömüneye dönük oturur gibi, kırmızı...
Kendime bile söyleyemiyorum.
Kendi yüzüme...
Aynada kendime bakamıyorum, tuvalete girerken başım öne eğik.
nerede ayna görsem başımı çeviriyorum süratle,
bu kelimeler...
çok zor söylemesi kendime.
Yüreğime bir fırtına, bir okyanus çılgınlığımı hakim olmalı,
yoksa fırtına öncesi sessizliğimi, bilemiyorum.
Ama ben susuyorum sadece, düşünmekten başım şişmiş,
alnım, sıcak zavallı alnım çaydanlık gibi pişmiş.
Daha sonra oturduğum yerden hızlıca kalkıp aynanın karşısına geçiyorum,
aynanın karşısında ki utançla bakıyor gözlerimin içine,
kendimi değil, sanki başka birini görüyorum aynada.
Yüzünü çeviriyor aynada ki, ben aynaya bakıyorum, onun sola doğru dönen başına.
“SEN, BİLİYOR MUSUN NEDENİNİ?“ diyorum aynadakine, utangaç,
başını iki yanına sallıyor, iki elinin arasına alıyor başını,
başlıyor ağlamaya...
“Ağlama“ diyorum, “ağlama sen benim için çok önemlisin“
Gözlerinden zorla çıkan bir iki damla yüzüne yapışmış, sırıtıyor sadece.
Kendime özür dileyip aynanın başından kalkıyorum.
Camı açıp gökyüzüne bakıyorum...
Gökyüzünde biraz ben varım, biraz köpek, biraz kedi var, azcık da sizden, birbirimize bakıyoruz gökyüzünden.
“BENİ ALDDATTIII“.
Bedenim ast üst oluyor, yere yığılıyorum dalgalanarak,
deniz dalgalanıyor halime korkarak.
başım betona çarpmış, zavallı bedenimin yarısı yumuşak halının üzerinde.
Bilincimin farkındayım ama kalkmıyorum yerden, kalkınca yeniden karşılaşacağım sorularla.
halının işlemeleri belimi kaşındırıyor hafiften, başımda inceden bir acı.
YERDE BAĞIRIYORUM BU SEFER, SESİMİN ÇIKTIĞI KADAR “BENİİİİİİİİİİ ALDDATIIIIII“
KAFAMI HAFİF KALDIRIP AYNAYA BAKIYORUM,
“NEREYE BAKIYORSUN AYNADA Kİ ZAVALLI ADAM, EVET SENİ ALDATTI, BİZİ, BENİ ALDATTII“
İntihar etmeden önce ki sözlerimdi bunlar, hani bedenimi bulmuşlardı,
bileğini kesmek yerine, bütün sol elini koparan, suçlu olan sağ elim, zavallı olan sol elim.
Zavallı olan benim.
İki ayrı şey bulmuşlardı eve girdiklerinde,
Bir el ve elin sahibi.
Nasıl da köle zincirlerini kırıp kurtulmuştu benden,
bana bunca yıl hizmet eden sol elim, özgürdü, benim gibi ölü... ama özgür.
İçeri girdiklerinde aynada ki bana bakıp ağlıyordu, çığlıklar atıyor çaresizce etrafına kesik bakışlar atıyordu.
Aynadan çıkıp beni kurtarmaya çalışmıştı ben kan kaybederken, “sağol“ demiştim ona, “seni çok seviyorum, sağol, bırak öleyim“
Cenazemde o“da vardı, belki sırf nezaketen katılmıştı cenazeme.
Siyah ruju hafif kaymıştı, belli ki gene onu öpmüştü buraya gelmeden önce.
“İki buçuk saat sonra hamburgercilerin önünde buluşuruz“
Birbirimize sarılıp uyurken, “Beni sakın bırakma... sakın“ diye fısıldamıştı ben uyuyorum sanıp.
birden aklıma geldi...
Beni delicesine severken, şimdi cenazemde kendini sıkıyordu yalancıktan ağlamak için,
Siyah ruju pişkin pişkin sırıtırken sol elime...
yüzüm kıpkırmızı, yüzüm. yüzüm şömüneye dönük oturur gibi, kırmızı...
Kendime bile söyleyemiyorum.
Kendi yüzüme...
Aynada kendime bakamıyorum, tuvalete girerken başım öne eğik.
nerede ayna görsem başımı çeviriyorum süratle,
bu kelimeler...
çok zor söylemesi kendime.
Yüreğime bir fırtına, bir okyanus çılgınlığımı hakim olmalı,
yoksa fırtına öncesi sessizliğimi, bilemiyorum.
Ama ben susuyorum sadece, düşünmekten başım şişmiş,
alnım, sıcak zavallı alnım çaydanlık gibi pişmiş.
Daha sonra oturduğum yerden hızlıca kalkıp aynanın karşısına geçiyorum,
aynanın karşısında ki utançla bakıyor gözlerimin içine,
kendimi değil, sanki başka birini görüyorum aynada.
Yüzünü çeviriyor aynada ki, ben aynaya bakıyorum, onun sola doğru dönen başına.
“SEN, BİLİYOR MUSUN NEDENİNİ?“ diyorum aynadakine, utangaç,
başını iki yanına sallıyor, iki elinin arasına alıyor başını,
başlıyor ağlamaya...
“Ağlama“ diyorum, “ağlama sen benim için çok önemlisin“
Gözlerinden zorla çıkan bir iki damla yüzüne yapışmış, sırıtıyor sadece.
Kendime özür dileyip aynanın başından kalkıyorum.
Camı açıp gökyüzüne bakıyorum...
Gökyüzünde biraz ben varım, biraz köpek, biraz kedi var, azcık da sizden, birbirimize bakıyoruz gökyüzünden.
“BENİ ALDDATTIII“.
Bedenim ast üst oluyor, yere yığılıyorum dalgalanarak,
deniz dalgalanıyor halime korkarak.
başım betona çarpmış, zavallı bedenimin yarısı yumuşak halının üzerinde.
Bilincimin farkındayım ama kalkmıyorum yerden, kalkınca yeniden karşılaşacağım sorularla.
halının işlemeleri belimi kaşındırıyor hafiften, başımda inceden bir acı.
YERDE BAĞIRIYORUM BU SEFER, SESİMİN ÇIKTIĞI KADAR “BENİİİİİİİİİİ ALDDATIIIIII“
KAFAMI HAFİF KALDIRIP AYNAYA BAKIYORUM,
“NEREYE BAKIYORSUN AYNADA Kİ ZAVALLI ADAM, EVET SENİ ALDATTI, BİZİ, BENİ ALDATTII“
İntihar etmeden önce ki sözlerimdi bunlar, hani bedenimi bulmuşlardı,
bileğini kesmek yerine, bütün sol elini koparan, suçlu olan sağ elim, zavallı olan sol elim.
Zavallı olan benim.
İki ayrı şey bulmuşlardı eve girdiklerinde,
Bir el ve elin sahibi.
Nasıl da köle zincirlerini kırıp kurtulmuştu benden,
bana bunca yıl hizmet eden sol elim, özgürdü, benim gibi ölü... ama özgür.
İçeri girdiklerinde aynada ki bana bakıp ağlıyordu, çığlıklar atıyor çaresizce etrafına kesik bakışlar atıyordu.
Aynadan çıkıp beni kurtarmaya çalışmıştı ben kan kaybederken, “sağol“ demiştim ona, “seni çok seviyorum, sağol, bırak öleyim“
Cenazemde o“da vardı, belki sırf nezaketen katılmıştı cenazeme.
Siyah ruju hafif kaymıştı, belli ki gene onu öpmüştü buraya gelmeden önce.
“İki buçuk saat sonra hamburgercilerin önünde buluşuruz“
Birbirimize sarılıp uyurken, “Beni sakın bırakma... sakın“ diye fısıldamıştı ben uyuyorum sanıp.
birden aklıma geldi...
Beni delicesine severken, şimdi cenazemde kendini sıkıyordu yalancıktan ağlamak için,
Siyah ruju pişkin pişkin sırıtırken sol elime...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)